06.29 yemekhanede kahvaltının gelmesini bekliyoruz. 3 gündür kahvaltılar hep böyle geç kalıyor. neyse ki bu gece buradaki son gecemeiz. yarın gidiyoruz, hey!
dün gece yine vukuatlı bir geceydi. 1.takımdan bazı arkadaşlar saz getirdiler, biz 2.takım olarak 1.takımla beraber kalıyoruz. yatakhanenin köşesine tezgah açtılar çalıp söylemeye başladılar. tabi bizim takımdan rahatsız olanlar oldu. saat 23e gelirken komutan da geldi( bana gıcık olan 2 kazıklı uzman çavuş) o da birşey demedi. çalmaya devam ettiler. bende yatağımın çevresinde küçük bir organizasyon yaptım ve yüksek sesle jandarma marşını söylemeye başladık. ben bunu eğlence olsun diye yapmıştım, zaten bu tür sıradışı işler hep hoşuma gitmiştir. komutan bu espriden anlamadı ve 2. takım dışarda içtimaya çıksın dedi. fakat kimse kalkmadı tabi. bizim yanımıza geldi herkes yat modundaydı. kim söyledi marşı diyor fakat tınlayan yok. sonra bizden birkaç kişiyle muhabbete başladı. bizim elemanlardan biri küfrederek yataktan kalktı ve tuvalete doğru yol aldı. baş kıdemlşimiz onu teselliye gitti. bu baş kıdemli de baya kafa adam. sazı bile o getirdi. bu bana gıcık olan komutana ne yapsam yaramıyor. geçenlerde yine yanıma geldi devamlı bana bakıyor. bende beni çok sevdiniz herhalde komutanım dedim. yaklaştı ve akşam da kucağıma alıcam seni dedi ve gitti. yani aklınca laf soktu işte. halbuki laf sokma hadisesi eşit yetki ve etkiye sahip kişiler arasında olur. bu tür rütbe farklılığında söylenen bu söz bence edepsizlikten beri değil.
saat 6.40 oldu ve hala kahvaltı gelmedi. millet yemekhanede birikti iyice. bari poğaça satsalar da ondan yesek lakin o da yok. var da yok. poğaça kantine 7.15 de geliyor fakat 7.45 de satmaya başlanıyor. bizim içtima da tam 7.45 de. sanki ayarlanmış gibi değil mi? tesadüfe bak(!)
dün gece yatakta yatarken(22 gibi) telefonda annemle görüştüm. otogarda otobüsün kalkmasını bekliyorlarmış. bugün İzmir'e inecekler, gecede Çanakkaleye gelmek için otobüse binecekler. zaman ne kadar çabuk geçti. Çanakkaleye indiğim zamanı dün gibi hatırlıyorum. gittiğim lokantayı, yediğim yemeği, tanıştığım arkadaşımın arkadaşını da hatırlıyorum.
19.14 yine banyo sırasındayız. önce diğer gruplar girdi biz bu sefer sonra kaldık. yazdığım kaşıdın arkasında Winston yazıyor. bu bir sigara markası. evet şu an bir sigara paketine yazıyorum. bunun nedeni buraya kağıt getirmemişim. bu kağıt biraz da yağlı, elimin dokunduğu yer flulaşıyor. kağıt yokluğunda sigara paketiyle idare ediyoz işte. sırayla dolaştım arkadaşlara tek tek sordum kağıt çıkmadı, arkadaşta kalem vardı. bende iki tam boş sigara paketi buldum, açtım ve yazıyorum işte. bugün törenden önceki son gün. güneş sağ gözüme gez-göz-arpacık yapmış, nişanlıyo beni. biraz da başım dönüyor. az önce çektiğim sigaranın ciğerlerimden geçişi esnasında baş dönmesi yaptı. bu kadar tecrübesizim sigara içme işinde. Eee! bu yaşta başlarsan olacağı budur. aslında başlamış sayılmam, sadece içmiş olmak için içiyorum. sadece sigaramın üzerindeki etkilerini düşünmek için. belki bu son söylediğim bir avuntu ve yalan fakat gerçek olan sigarayı sevmediğim ve uzun vadede içmeyi düşünmediğim. bir kahkaha attım şimdi derinden. neden mi? bir arkadaş geldi ve sigara kağıtlarına yazdığım yazılara baktı ve yüksek sesle yazıyo adam dedi. biz de giriyoz şimdi duşa, sonra devam ederim.
8 Mart 2019 Cuma
5 Mart 2019 Salı
07.05.2008
06.20 şu an yemekhanenin önündeyiz. dün de aynı hadise oldu, bugünde oluyor kahvaltı gelmiyor. zaten burada sığıntı gibiyiz. buranın kendi kısa dönem askerleri başka yerde(yani bizim eğitim gördüğümüz yerde) eğitim olup orada kalıyor. bizse il jandarmanın askeriyiz ve hiç kalma ihtimalimizin olmadığı yerde kalıyoruz. şimdi kadar koğuşlardan, banyolara artan tuvaletlere kadar herşeyde problem çıktı, çıkmaya devam ediyor. dün komutanla beraber yemekhaneden yemeklerin yapıldığı asıl yemekhaneye gittik. oradaki askerler kap olmadan ... veremeyiz kab getirin dedi. bizde börek tepsilerini elimize aldık ve öyle geldik. dün dikkatimi çeken bir hadise ise şöyle; dün tören provası yaptık. konuşma yapacak arkadaşlar metinlerini okudu, şiir okucak arkadaşlar seçildi mangalara yerleşme sırası belirlendi. ..... boy sırasına göre sıralandığımız için en önde ben varım. tam da sağ başa geçtim. komutanların ve ailelerin gözü önündeyim, biraz gerse de ailem açısından çok sevindim. zaten bana sorsalar ne önde ne arkada olmak isterdim, hiç sırada olmak bile istemezdim. neyse dün işte böyle bir ortamda binbaşı dahil olmak üzere, yüzbaşı, astsubaylar, uzman jandarmalar falan alanda epey bir komutan vardı. önceki artis artis konuşan astsubay yine eşofman takımlarıyla oradaydı. 3 tane de genç delikanlı vardı. davranışlarından ve onlara yapılan davranışlardan teğmen oldukları anlaşılıyordu. bunlar da sivildi. ortamda en üst rütbeli bir binbaşı vardı. diğer komutanlar ve bizim gibi askerlik vazifesini yapanların hepsi esas duruşta bekliyorduk. fakat o genç teğmenler çok laubaliş hareketler içindeydi. kürsüye geliyorlar, geriniyorlar, esniyorlar, sağa sola yalpalıyorlar. bir oraya bir buraya gezip duruyorlar. biz hep askeriyede disiplin ön planda olduğunu duyduk ve hatta ilk bakışta öyle gördük. fakat bana göre çok disiplinsiz geldiler. komutanların çoğu üst rütbelisine karşı saygılı dahi değil. burada kim sert ve ters davranıyorsa ona saygı duyuluyor. mesela bir astsubay var. iyi davranışlar içerisinde, uzman jandarmalar ona karşı devreleriymiş gibi davranıyor. ama aynı kıdem ve rütbeye sahip diğer bir komutan var karşısında esas duruşta duruyorlar. şimdi kahvaltı geldi. oraya çıkıyorum sonra devam ederim.
19.36 yemin töreni için yarın son gün. yumurta kapıyı zorlamaya başladı. bugünümüzde tahmin ettiğimiz gibi provalarla geçti. 7li sıraya dizil. sonra mangaların ilki yanına 14lü olarak yerleş. konuşmalar, şiirler, marşlar, törenler, yemin etme hepsi belli bir komutla hep beraber. bugün provaları izlemek için 16.30 da alay komutanı geldi. rütbesi albay bizim uzman çavuşlardan hiçbiri ortalıkta kalmadı. astsubaylar hazır kıta bekliyor. diğer rütbeli subaylar da saygı çerçeesinde hareket ediyor. albay, tertip düzenle ilgili bir iki düzenleme yaptı. son olarak da yemin törenindeki hareketsizlik dikkatini çekti. hareketsizlik yani devamlı mangaların başında olduğumuz için monotonluk oluyor yorumunda bulundu. bunu aşmak içinde bizi masaların arkasında hizaye getirtti ve komutla uygun adım koşu şeklinde masalardaki yerlerimize aldırttı. buda şimdi yeni çıktı. her seferinde bir şeyler değişiyor. işin yoksa bir de bunu öğren. öğren çünkü bu koşu rastgele değil 14lü sıranın hiç hizası bozulmadan koşmayı gerektiriyor. yaani şöyle bir düşünün 14 kişi yanyana duruyorsunuz ve 10 metre mesafeye koşarak gideceksiniz ama hiza hiç bozulmadan. işte yapmamız gereken bu ve biz buna yemin töreninden bir gün önce hazırlanıcaz. şu an kendimi hem şanslı hem şanssız görüyorum. bunun nedeni. sağ en başta benim var olmam. bütün hizlar sağdan alınıyor. çark için gelinen güzergahta sağdan çark gerekiyor ve ben o kişi oluyorum. hem zor, hem stresli, hem de becerimi aşan bir mevzu. aşıyor zira bugün komutana bunu yapamıyacağımı ve diğer ön sıralardaki bir arkadaşla yer değiştirmek istediğimi söyledim. bunda hiç bir sakınca yoktu zira ön sıradakinler kısalar arasından rastgele belirlenmişti. fakat komutan kabul etmedi. hemen bir talim yaptırdı biraz sözel anlattı, yaparsın dedi ve geçti. bir diğer dikkate şayan konu ise; bize kavrayamadığımız komut ve hareketlerden ötürü demediğini bırakmayan komutanlar, (hatta bir arkadaşa spastik bile denmişti)bugün provada kendileri bile tuhaf tuhaf hatalar yaptı. mesela özürlü müsün falan gibi hakaretlerle bize devamlı laf söyleyen komutana binbaşı bugün sıranın arkasında dur dedi. o da; ben üç yıldır yapıyorum, nasıl yapıldığını biliyorum komutanım dedi. ama kıpıldanıyordu. komutan tekrar arkada olacaksın dedi. o hala yerinden kıpıldamıyordu. yüzbaşıda biliyorsan geç arkaya Allah Allah dedi. kızardı bozzardı ve geri geri gerisine gitti. diğer bir mevzu da binbaşı ve albay provadayken bizim uzman çavuşların hiçbiri pek ortalıkta görülmedi. ne zaman komutanlar gitti bir anda bizim komutanlar bitiverdiler. şu an yeni koğuşlarımızın önündeki piknik masası şeklinde dizayn edilmiş masada oturuyor ve yazmaya çalışıyorum az önce en samimi iki arkadaşım yanımdaydı sigara içiyorlar ve yarın belli olacak olan usta birliklerimiz yerleri hakkında tahminlerde bulunuyorlardı. bir de arada üşüdüklerinden bahsediyorlardı. oysa ben üşümüyordum. bugün sabahta yemekhanenin önünde betona çökmüş yaşarken üşüdüğümü hissetmemiş sonra yazmayı bırakıp yemekhaneye gidince üşümüş olduğum hissetmiştim.aynısı şimdi de oluyordu. sanırım yazmak içimi ısıtıyordu, nihayetinde dışım üşüyordu ve ben bunu farkedemiyordum. belki yazmak beni ısıtıyordu. belki de üşümek diye birşey yoktu. zaman geçtikçe düşüncelerimiz sığlaştığını hissediyordum, bakış açısında daraldığını sanki alışmaya başlıyorum. belki ondandır sanki hissizleşmeye başlıyorum. sanki hep burada olduğumu sanıyorum. yani hiç sivil hayatım olmadı. bir kıyıda doğdum büyüdüm ve şizofrenik bir hayat içerisinde bir ömür sürüyorum. belki burası bir hastane belki yediğimiz yemekler bizi bu hastalıktan kurtarmak için alınan ilaçlar. belki iyileşme sürecindeyim ve yavaş yavaş farkındalığımız artıyor bu münzevi yaşantıma. bu belkiler kafama çok takılmıyor hayatta. sadece anlık düşünce şeklinde oluşan düşünceler çünkü. bugün dönem provasında sıradayken karşımdaki kara selvi ağaçların(andız mı yoksa) birinin tam tepesine bir karga kondu. ağzında büyükçe bir elma kesi vardı. aynı elma kesine benziyordu belki de değildi. ama kesin olay bir şey varsa kargaydı ve ağacın tam tepesine, ta en tepesine konmuştu. böyle birşey görmemiştim. elma kesini oraya bırakır gibi yaptı. o sırada komutana dikkat ettim, sonra baktığımda karga yoktu fakat aynı yere yani ağacın tam tepesine bir kumrunun konduğunu gördüm. karganın elma kesini bıraktığı yeri ditmeye başladı. acaba elmayı mı yiyordu. bilemiyordum. bildiğim tek şey eğer bir kuş olsaydım askeriyenin sınırları içinde durmazdım lafını sinirle söylediğimdir. bu bahsettiğim dengesiz çift kazıklı astsubayda bir alem aynı zamanda da acayip korkak... şimdi arkadaşlar geliyor. az önce ilgilenemedim ayıp oldu şimdi biraz muhabbet edeyim onlarla.
19.36 yemin töreni için yarın son gün. yumurta kapıyı zorlamaya başladı. bugünümüzde tahmin ettiğimiz gibi provalarla geçti. 7li sıraya dizil. sonra mangaların ilki yanına 14lü olarak yerleş. konuşmalar, şiirler, marşlar, törenler, yemin etme hepsi belli bir komutla hep beraber. bugün provaları izlemek için 16.30 da alay komutanı geldi. rütbesi albay bizim uzman çavuşlardan hiçbiri ortalıkta kalmadı. astsubaylar hazır kıta bekliyor. diğer rütbeli subaylar da saygı çerçeesinde hareket ediyor. albay, tertip düzenle ilgili bir iki düzenleme yaptı. son olarak da yemin törenindeki hareketsizlik dikkatini çekti. hareketsizlik yani devamlı mangaların başında olduğumuz için monotonluk oluyor yorumunda bulundu. bunu aşmak içinde bizi masaların arkasında hizaye getirtti ve komutla uygun adım koşu şeklinde masalardaki yerlerimize aldırttı. buda şimdi yeni çıktı. her seferinde bir şeyler değişiyor. işin yoksa bir de bunu öğren. öğren çünkü bu koşu rastgele değil 14lü sıranın hiç hizası bozulmadan koşmayı gerektiriyor. yaani şöyle bir düşünün 14 kişi yanyana duruyorsunuz ve 10 metre mesafeye koşarak gideceksiniz ama hiza hiç bozulmadan. işte yapmamız gereken bu ve biz buna yemin töreninden bir gün önce hazırlanıcaz. şu an kendimi hem şanslı hem şanssız görüyorum. bunun nedeni. sağ en başta benim var olmam. bütün hizlar sağdan alınıyor. çark için gelinen güzergahta sağdan çark gerekiyor ve ben o kişi oluyorum. hem zor, hem stresli, hem de becerimi aşan bir mevzu. aşıyor zira bugün komutana bunu yapamıyacağımı ve diğer ön sıralardaki bir arkadaşla yer değiştirmek istediğimi söyledim. bunda hiç bir sakınca yoktu zira ön sıradakinler kısalar arasından rastgele belirlenmişti. fakat komutan kabul etmedi. hemen bir talim yaptırdı biraz sözel anlattı, yaparsın dedi ve geçti. bir diğer dikkate şayan konu ise; bize kavrayamadığımız komut ve hareketlerden ötürü demediğini bırakmayan komutanlar, (hatta bir arkadaşa spastik bile denmişti)bugün provada kendileri bile tuhaf tuhaf hatalar yaptı. mesela özürlü müsün falan gibi hakaretlerle bize devamlı laf söyleyen komutana binbaşı bugün sıranın arkasında dur dedi. o da; ben üç yıldır yapıyorum, nasıl yapıldığını biliyorum komutanım dedi. ama kıpıldanıyordu. komutan tekrar arkada olacaksın dedi. o hala yerinden kıpıldamıyordu. yüzbaşıda biliyorsan geç arkaya Allah Allah dedi. kızardı bozzardı ve geri geri gerisine gitti. diğer bir mevzu da binbaşı ve albay provadayken bizim uzman çavuşların hiçbiri pek ortalıkta görülmedi. ne zaman komutanlar gitti bir anda bizim komutanlar bitiverdiler. şu an yeni koğuşlarımızın önündeki piknik masası şeklinde dizayn edilmiş masada oturuyor ve yazmaya çalışıyorum az önce en samimi iki arkadaşım yanımdaydı sigara içiyorlar ve yarın belli olacak olan usta birliklerimiz yerleri hakkında tahminlerde bulunuyorlardı. bir de arada üşüdüklerinden bahsediyorlardı. oysa ben üşümüyordum. bugün sabahta yemekhanenin önünde betona çökmüş yaşarken üşüdüğümü hissetmemiş sonra yazmayı bırakıp yemekhaneye gidince üşümüş olduğum hissetmiştim.aynısı şimdi de oluyordu. sanırım yazmak içimi ısıtıyordu, nihayetinde dışım üşüyordu ve ben bunu farkedemiyordum. belki yazmak beni ısıtıyordu. belki de üşümek diye birşey yoktu. zaman geçtikçe düşüncelerimiz sığlaştığını hissediyordum, bakış açısında daraldığını sanki alışmaya başlıyorum. belki ondandır sanki hissizleşmeye başlıyorum. sanki hep burada olduğumu sanıyorum. yani hiç sivil hayatım olmadı. bir kıyıda doğdum büyüdüm ve şizofrenik bir hayat içerisinde bir ömür sürüyorum. belki burası bir hastane belki yediğimiz yemekler bizi bu hastalıktan kurtarmak için alınan ilaçlar. belki iyileşme sürecindeyim ve yavaş yavaş farkındalığımız artıyor bu münzevi yaşantıma. bu belkiler kafama çok takılmıyor hayatta. sadece anlık düşünce şeklinde oluşan düşünceler çünkü. bugün dönem provasında sıradayken karşımdaki kara selvi ağaçların(andız mı yoksa) birinin tam tepesine bir karga kondu. ağzında büyükçe bir elma kesi vardı. aynı elma kesine benziyordu belki de değildi. ama kesin olay bir şey varsa kargaydı ve ağacın tam tepesine, ta en tepesine konmuştu. böyle birşey görmemiştim. elma kesini oraya bırakır gibi yaptı. o sırada komutana dikkat ettim, sonra baktığımda karga yoktu fakat aynı yere yani ağacın tam tepesine bir kumrunun konduğunu gördüm. karganın elma kesini bıraktığı yeri ditmeye başladı. acaba elmayı mı yiyordu. bilemiyordum. bildiğim tek şey eğer bir kuş olsaydım askeriyenin sınırları içinde durmazdım lafını sinirle söylediğimdir. bu bahsettiğim dengesiz çift kazıklı astsubayda bir alem aynı zamanda da acayip korkak... şimdi arkadaşlar geliyor. az önce ilgilenemedim ayıp oldu şimdi biraz muhabbet edeyim onlarla.
06.05.2008
06.33 defterden bir iki yaprak kopardım. yanıma alıp çıkmalıyım. kısaca notları da kağıda alıcam. çünkü 6.30 dan sonra koğuşa girmek yasak olduğu için.
21.34 aslında yanlış yaptım. eski notları yazma kaygısıyla yeni şeylerden bahsetmeyi unuttum. neyse yine de notları kısaca anlatalım.
yemek öncesi içtima yemek için her zamanki gibi yemekhanenin önünde sıra olduk. fakat o günde önemli komutanların ziyarete geldiği gün olduğu için bizim görünmememiz gerekiyormuş. bizi apar topar yemekhanenin üstündeki çalılıklara götürdüler. çamlığın içinde siper şeklinde kazılmış siperler vardı. oraya yerleştik, orada bekledik. çok komik bir görüntüydü. sanki düşmanlar yemekhaneyi ele geçirmişti ve bizde yemekhaneyi cepheden gören bir sipere yatmış saldırı hazırlığındaymışız. orada da bir iki sigara içtim. epey içmeye başlamıştım o sırada sigarayı günde 5 ile 10 arası içiyordum fakat şimdi yine bıraktım bir daha içmiyecem.
şöyle bir durup düşündümde düşünürken de mp3 playerimde Rus Lube grubunun bir şarkısı çalıyor. çok severim bu grubun şarkılarını. Türkiyede albümleri satılmıyor, internetten indirip dinliyorum. hem paragraf başında demiştim ya; şöyle bir durup düşündüm de, düşündüğüm şey, günler ve olayların birbirlerine karışmış olması. neyi ne zaman yaşadım, ne yaşadım şimdi yok sanki. ya da hayal gibi birşey. belki de şimdi de hayal, herşey hayal. belki de biz hayaliz kim bilir. ama yine de dünden kalanların oluşturduğu tortularla bugünü işleyen tüm insanlık adına bunları kayda geçiriyorum. yoksa doğru olduğuna inandığım için değil. belki hiç yazılmamalı bu yazılar, hiç söylenmemeli bu şarkılar, belki kendi girdabına boğulan tüm insanlığın dönmez neferleriyiz. yeter be! aklımda kalanlar şunlar.
önceki gün, yani dün, eğitim alanına gittik. nihayet bizim komutanlara da yürüyüş yapamayacağımızın haberi gelmiş. zaten biz 3 gün önceden biliyorduk diyemedik. peki nerden biliyorduk 3 gün önceden. şiddete maruz kalan arkadaş binbaşı tarafından görüşmeye çağrıldığında komutanlar kendi arasında bunlar şanslı herhangi bir yürüyüş olmayacak gibi bir diyaloğa şahit olmuş. bizim endişemiz perşembe gününe kadar tören yürüyüşleriyle canımız çıkar perşembe de yapılmayacağı haberi gelir yönündeydi fakat haber çabuk gelmişti. peki ne yaptık. tören rahat diye yeni bir hareket öğrendik. KPSS sınavına girecekler internetten müracat yenileme yaptı. tabi bu eğitimler diğer kısa dönem dediğimiz 14 kişilik grubunda katılmasıyla oldu. bu grubun komutanı çok gıcık bir çift pırpır astsubay. yani astsubaylığın ilk basamağında. yeni mezun olmalı söylediğine göre 23 yaşında. ama sanki karşısında insan yok gibi azarlıyor. biraz bu komutan eğitim verdi. sonra yağmur çiseledi ve bizi yarı kapalı bir alana götürdüler. orada da rahat ..... GS nin şampiyonluğa giden kritik maçı, yani Sivas meçını 5-3 kazanmasının muhabbeti yapıldı. bu gıcık komutan belki şimdiye kadar duyduğum en ağır sözü sarfetti. herkes çok oldu. dediki; beni için bir fenerbahçeli bir pkk lıyla eşdeğerdir. bu söz sadece fenerlileri değil galatasaraylıları bile şok etti. böyle bir kurumda böyle bir telaffuz. en arkada duvara yaslanmış oturuyordum. elimi kaldırdım, söz istedim. 10 dakika elim havada bekledim. sonunda söz verildi ve sert bir hareketle ve gür bir ses tonuyla bir fenerbahçe taraftarı olarak, buraya vatani görevini yapmaya geldim. eğer bir pkk lı olsaydım, şimdi dağda jandarmaya karşı savaş veriyor olurdum arz ederim dedim. herkesten bir alkış yükseldi. hemen yerime çöktüm komutana kötü bocaladı. zaten daha delikanlı sayılırdı. sözlerinin nereye gittiğini anlıyacak kalitede bile değildi. bence belki 20 dakika yanlış anlaşıldığını ve aslında başka şey söylemek istediğini anlattı durdu. yani iyice dibe battı. üzerinde galatasaray forması ve altında eşofman olan bu gıcık çift pırpırlı astsubay. sonra bizim baş kdemli olayı daha bir net şekilde dinlemek için bana müracaat etti. sanırım üstlerine bu durumu ileteceklermiş. çünkü söz çok ağırdı ve şikayet edilmesi gerekiyordu. fakat emindim ki tıpkı tokat yiyip de şikayetçi olmak isteyen arkadaş gibi bu olayda örtbas edilecek ve unutturma yoluna gidilecekti.
artık askeriyeden pek yemek yemez olduk. dışarısı işinde uzmanlaştık. eğitim yerindeki köpek klübesi yemekçilerin ve askerlerin buluşma yeri. telefonla arayıp köpek klübesine 5 hamburger dememiz yeterli. tel örgülerin arasından giren yiyecek poşetleri gerilimi bazen had safhaya çıkarsada zamanla alışıyorsun. açlık çekmektense risk almayı yeğliyor insan. peki yemekler o kadar kötü de mi biz bunu yapıyoruz. işte bunun cevabı biraz zor. şu varki yemek artık yenemez hale geldi. .... kadar herşeyi güzel olan bu yemekler .... sıfır karne notunu hakediyor. ekmek tıkıştırmakda bir yere kadar. tıpkı filmlerdeki gibi yaşıyoz birkaç gündür. kaçamak yemekler, son anda gelen siparişler. geçen yine köpek klübesine sipariş verdik. tam siparişler geld, toplanma emri de geldi. hamburgerleri koynumuza attık. tam 1,5 saat taşıdık göbeğime geçen ısı mideme kadar ulaşıp, midemdeki yangını söndürmüştü fakat sanırım göbek derim biraz yanmıştı. ilk orada bir kuytu bulduk ve yedik. birgünde pide geldi. yine içtima denk geldi. yiyecekleri çantaya attık. sonra ilk arada koşarak geldik, yine kuytuluk bulduk derken 8 dakika kaldı aranın bitmesine. 5 dakikada tek kıymalı yumurtalı pideyi yedik. bak şimdi yazarken pidenin yanında salata olmadığı geldi aklıma. halbuki yerken gelmemişti hiç aklıma yedik ve içtimaya yetiştik.
bizim kampçı dediğimiz 15 kişilik bir grup arkadaş, işi daha profesyonelleştirmiş, ziyaretçi ayağıyla biz de yemek getirtiyorduk ama yemek getirenenin hemen gitmesi problem oluyordu. bu arkadaşlar çok kişi sipariş verdiği için yemek getireni de yemeğin bitişine kadar yanlarında durduruyorlar. valla helal olsun. bazısı da rütbeli gazinosundan samimiyet kurmuş oradan birşeyler yiyor. kimileri de sabah kahvaltıda aşırdığı reçel, pekmez gibi kahvaltılıkları ve ekmekleri öğlen veya akşam yiyorlar. bu arada
21.34 aslında yanlış yaptım. eski notları yazma kaygısıyla yeni şeylerden bahsetmeyi unuttum. neyse yine de notları kısaca anlatalım.
yemek öncesi içtima yemek için her zamanki gibi yemekhanenin önünde sıra olduk. fakat o günde önemli komutanların ziyarete geldiği gün olduğu için bizim görünmememiz gerekiyormuş. bizi apar topar yemekhanenin üstündeki çalılıklara götürdüler. çamlığın içinde siper şeklinde kazılmış siperler vardı. oraya yerleştik, orada bekledik. çok komik bir görüntüydü. sanki düşmanlar yemekhaneyi ele geçirmişti ve bizde yemekhaneyi cepheden gören bir sipere yatmış saldırı hazırlığındaymışız. orada da bir iki sigara içtim. epey içmeye başlamıştım o sırada sigarayı günde 5 ile 10 arası içiyordum fakat şimdi yine bıraktım bir daha içmiyecem.
şöyle bir durup düşündümde düşünürken de mp3 playerimde Rus Lube grubunun bir şarkısı çalıyor. çok severim bu grubun şarkılarını. Türkiyede albümleri satılmıyor, internetten indirip dinliyorum. hem paragraf başında demiştim ya; şöyle bir durup düşündüm de, düşündüğüm şey, günler ve olayların birbirlerine karışmış olması. neyi ne zaman yaşadım, ne yaşadım şimdi yok sanki. ya da hayal gibi birşey. belki de şimdi de hayal, herşey hayal. belki de biz hayaliz kim bilir. ama yine de dünden kalanların oluşturduğu tortularla bugünü işleyen tüm insanlık adına bunları kayda geçiriyorum. yoksa doğru olduğuna inandığım için değil. belki hiç yazılmamalı bu yazılar, hiç söylenmemeli bu şarkılar, belki kendi girdabına boğulan tüm insanlığın dönmez neferleriyiz. yeter be! aklımda kalanlar şunlar.
önceki gün, yani dün, eğitim alanına gittik. nihayet bizim komutanlara da yürüyüş yapamayacağımızın haberi gelmiş. zaten biz 3 gün önceden biliyorduk diyemedik. peki nerden biliyorduk 3 gün önceden. şiddete maruz kalan arkadaş binbaşı tarafından görüşmeye çağrıldığında komutanlar kendi arasında bunlar şanslı herhangi bir yürüyüş olmayacak gibi bir diyaloğa şahit olmuş. bizim endişemiz perşembe gününe kadar tören yürüyüşleriyle canımız çıkar perşembe de yapılmayacağı haberi gelir yönündeydi fakat haber çabuk gelmişti. peki ne yaptık. tören rahat diye yeni bir hareket öğrendik. KPSS sınavına girecekler internetten müracat yenileme yaptı. tabi bu eğitimler diğer kısa dönem dediğimiz 14 kişilik grubunda katılmasıyla oldu. bu grubun komutanı çok gıcık bir çift pırpır astsubay. yani astsubaylığın ilk basamağında. yeni mezun olmalı söylediğine göre 23 yaşında. ama sanki karşısında insan yok gibi azarlıyor. biraz bu komutan eğitim verdi. sonra yağmur çiseledi ve bizi yarı kapalı bir alana götürdüler. orada da rahat ..... GS nin şampiyonluğa giden kritik maçı, yani Sivas meçını 5-3 kazanmasının muhabbeti yapıldı. bu gıcık komutan belki şimdiye kadar duyduğum en ağır sözü sarfetti. herkes çok oldu. dediki; beni için bir fenerbahçeli bir pkk lıyla eşdeğerdir. bu söz sadece fenerlileri değil galatasaraylıları bile şok etti. böyle bir kurumda böyle bir telaffuz. en arkada duvara yaslanmış oturuyordum. elimi kaldırdım, söz istedim. 10 dakika elim havada bekledim. sonunda söz verildi ve sert bir hareketle ve gür bir ses tonuyla bir fenerbahçe taraftarı olarak, buraya vatani görevini yapmaya geldim. eğer bir pkk lı olsaydım, şimdi dağda jandarmaya karşı savaş veriyor olurdum arz ederim dedim. herkesten bir alkış yükseldi. hemen yerime çöktüm komutana kötü bocaladı. zaten daha delikanlı sayılırdı. sözlerinin nereye gittiğini anlıyacak kalitede bile değildi. bence belki 20 dakika yanlış anlaşıldığını ve aslında başka şey söylemek istediğini anlattı durdu. yani iyice dibe battı. üzerinde galatasaray forması ve altında eşofman olan bu gıcık çift pırpırlı astsubay. sonra bizim baş kdemli olayı daha bir net şekilde dinlemek için bana müracaat etti. sanırım üstlerine bu durumu ileteceklermiş. çünkü söz çok ağırdı ve şikayet edilmesi gerekiyordu. fakat emindim ki tıpkı tokat yiyip de şikayetçi olmak isteyen arkadaş gibi bu olayda örtbas edilecek ve unutturma yoluna gidilecekti.
artık askeriyeden pek yemek yemez olduk. dışarısı işinde uzmanlaştık. eğitim yerindeki köpek klübesi yemekçilerin ve askerlerin buluşma yeri. telefonla arayıp köpek klübesine 5 hamburger dememiz yeterli. tel örgülerin arasından giren yiyecek poşetleri gerilimi bazen had safhaya çıkarsada zamanla alışıyorsun. açlık çekmektense risk almayı yeğliyor insan. peki yemekler o kadar kötü de mi biz bunu yapıyoruz. işte bunun cevabı biraz zor. şu varki yemek artık yenemez hale geldi. .... kadar herşeyi güzel olan bu yemekler .... sıfır karne notunu hakediyor. ekmek tıkıştırmakda bir yere kadar. tıpkı filmlerdeki gibi yaşıyoz birkaç gündür. kaçamak yemekler, son anda gelen siparişler. geçen yine köpek klübesine sipariş verdik. tam siparişler geld, toplanma emri de geldi. hamburgerleri koynumuza attık. tam 1,5 saat taşıdık göbeğime geçen ısı mideme kadar ulaşıp, midemdeki yangını söndürmüştü fakat sanırım göbek derim biraz yanmıştı. ilk orada bir kuytu bulduk ve yedik. birgünde pide geldi. yine içtima denk geldi. yiyecekleri çantaya attık. sonra ilk arada koşarak geldik, yine kuytuluk bulduk derken 8 dakika kaldı aranın bitmesine. 5 dakikada tek kıymalı yumurtalı pideyi yedik. bak şimdi yazarken pidenin yanında salata olmadığı geldi aklıma. halbuki yerken gelmemişti hiç aklıma yedik ve içtimaya yetiştik.
bizim kampçı dediğimiz 15 kişilik bir grup arkadaş, işi daha profesyonelleştirmiş, ziyaretçi ayağıyla biz de yemek getirtiyorduk ama yemek getirenenin hemen gitmesi problem oluyordu. bu arkadaşlar çok kişi sipariş verdiği için yemek getireni de yemeğin bitişine kadar yanlarında durduruyorlar. valla helal olsun. bazısı da rütbeli gazinosundan samimiyet kurmuş oradan birşeyler yiyor. kimileri de sabah kahvaltıda aşırdığı reçel, pekmez gibi kahvaltılıkları ve ekmekleri öğlen veya akşam yiyorlar. bu arada
05.05.2008
19.53 cıvıl cıvıl kuş sesleri, andız ağaçları, batan güneş, serin esen rüzgar. çanakkalede bir akşam üstü. kuş sesleri gitgide artıyor. aynı sesleri aynı yerde bir de güneş doğmadan dinliyordum. şimdi güneş batıyor. serin esen rüzgar defterden kopardığım sayfamın uçlarını kaldırırken çocukken yaptığım kitap okumalarım geldi aklıma. sabırsızlığım ve ivediliğim yüzünden okuduğum sayfayı bitirmeden kitabın, diğer sayfasını uç köşesinden tutar arada çevirip bakardım. genelde resim var mı onu merak ederdim, bazen de yazılanları.
bugün apayrı birgün, tıpkı diğer hergün gibi. şuan da ayrı bir mekandayız, koğuşlarımızdan çıkarıldık. şimdi 1.bölük koğuşlarında kalıyoruz. bu bölüğün diğer ismi RDM koğuşu, açılımını bilmiyorum ama esrarkeşi, uyuşturucu bağımlısı, façacısı, madde bağımlısı, psikolojik rahatsızı hepssinin bulunduğu koğuş. acemiler gitti, şimdi sadece usta askerler var. boşalan koğuşlara biz yerleştirildik. koğuşlar kaç kişilik saymadım fakat rahat 100 kişi alabilir sanırım. havası basık, güneş sanırım görmüyor, tavanı yüksek lakin ışıklandırma kötü. işte böyle bir yer. artık tüm kısa dönemler aynı bölükte iki farklı koğuşta kalıyor. hava kararmaya başladı yazıya ara vermek zorunda kaldım. çünkü ben dışarda yazı yazarken okumuş çocuğun hali bir başka olur diye bir sesle irkildim. komutan gelmişti. karşıma oturdu. hemşerim de karşıma oturdu. bir sigara yaktı komutan, bir sigara da hemşerim, bir sigara da ben. hemşerim komutanım sigarayı bırakmıştı dedi, beni işaret ederek. ilk sigaramı askerde içtim komutanım dedim. hiç başlama dedi komutan babacan bir tavırla. geçen günlerde de ilginç olaylar oldu fakat anlattığım mevzuyu artık bitirmeliyim.
ilk dayak alaya getirdilere fakat 3 minibüs anca 3 seferde bizi getirebiliyordu. ben ve bir kaç arkadaş son sefere kaldık. alaya geldiğimizde ilginç bir duyum aldık. yatakhaneye komutan gelmiş ve bir arkadaşımızı dövmüş diye. tabi şok olduk. dayak yediği iddia edilen kişide en samimi arkadaşlarımdan, aynı zamanda badim. tüm operasyonları beraber yaptığımız bir arkadaş. yana yakıla badimi aramaya başladım. bir süre sonra yemekhanede gördüm yüzünden düşen bin parçaydı ve parçaların herbiri de yüreğime batıyordu. 5 tane G3 mermisi atarak boşalttığım sitres ve gerilimim tekrar had safhaya çıkmıştı. çok gerilmiştim, tam olarak ne olduğunu dahi bilmiyordum. acaba arama olmuştu ve mp3 player, 52 kağıdı ve cep telefonum gibi materyaller mi ortaya çıkmıştı. gitmedim yanına, gitmek istemedim. gidemememin nedeni hayatım boyunca yaşadığım bir çıkmazın emaresiydi aslında. mesela sokak ortasında bisikletten düşen bir çocuğun yanına gidip noldu sormanın mı? yoksa, görememezlikten gelerek utanma duygusunu körüklemememin doğru olduğunu çözemedim. ikisinin de doğru yanları vardı belki. fakat burda hangisi yapılmalıydı. surat ifadesi kötüydü ve yemek alıyordu. rahatsızlık vermek istemedim ve yanına gitmedim. hemşerim gitmiş, olay doğruymuş. komutan bunu dolapların orada görmüş ve üzerindeki palaskanın çıkarılmış olmasına sinirlenmiş, palaska yani kamuflajın üzerine takılan bir nevi kalın kemer. tokat atmış arkadaşa. kısa dönem olduğumuzu bilmiyormuş. sonra kıvırmış. siz buraları dağınık bırakmakla bir hata yaptınız bende tokatla bir hata yaptım yollu. yani insan olmak önemli değil onun düşüncesinde, senin hakkını daha fazla arayabilecek olman daha etkili. bir erle, bir generalin belki farklı yaşadığı bu dünyada ikisininde toprağa gömülecek olması bana göre tek teselli kaynağı. böylece kısa dönemlerin ilk dayağı yenmiş oldu.
22.32 şimdi yazmak için müsait bir durum değil. çünkü bizim arkadaşa şiddet uygulayan komutan nöbetçiymiş ve adam bize gıcık. daha bugün 3,5 arkadaş hakkında tutanak tuttu ve artislik yaptı. bu gecede boş durmayacaktır. sonra devam ederiz artık.
bugün apayrı birgün, tıpkı diğer hergün gibi. şuan da ayrı bir mekandayız, koğuşlarımızdan çıkarıldık. şimdi 1.bölük koğuşlarında kalıyoruz. bu bölüğün diğer ismi RDM koğuşu, açılımını bilmiyorum ama esrarkeşi, uyuşturucu bağımlısı, façacısı, madde bağımlısı, psikolojik rahatsızı hepssinin bulunduğu koğuş. acemiler gitti, şimdi sadece usta askerler var. boşalan koğuşlara biz yerleştirildik. koğuşlar kaç kişilik saymadım fakat rahat 100 kişi alabilir sanırım. havası basık, güneş sanırım görmüyor, tavanı yüksek lakin ışıklandırma kötü. işte böyle bir yer. artık tüm kısa dönemler aynı bölükte iki farklı koğuşta kalıyor. hava kararmaya başladı yazıya ara vermek zorunda kaldım. çünkü ben dışarda yazı yazarken okumuş çocuğun hali bir başka olur diye bir sesle irkildim. komutan gelmişti. karşıma oturdu. hemşerim de karşıma oturdu. bir sigara yaktı komutan, bir sigara da hemşerim, bir sigara da ben. hemşerim komutanım sigarayı bırakmıştı dedi, beni işaret ederek. ilk sigaramı askerde içtim komutanım dedim. hiç başlama dedi komutan babacan bir tavırla. geçen günlerde de ilginç olaylar oldu fakat anlattığım mevzuyu artık bitirmeliyim.
ilk dayak alaya getirdilere fakat 3 minibüs anca 3 seferde bizi getirebiliyordu. ben ve bir kaç arkadaş son sefere kaldık. alaya geldiğimizde ilginç bir duyum aldık. yatakhaneye komutan gelmiş ve bir arkadaşımızı dövmüş diye. tabi şok olduk. dayak yediği iddia edilen kişide en samimi arkadaşlarımdan, aynı zamanda badim. tüm operasyonları beraber yaptığımız bir arkadaş. yana yakıla badimi aramaya başladım. bir süre sonra yemekhanede gördüm yüzünden düşen bin parçaydı ve parçaların herbiri de yüreğime batıyordu. 5 tane G3 mermisi atarak boşalttığım sitres ve gerilimim tekrar had safhaya çıkmıştı. çok gerilmiştim, tam olarak ne olduğunu dahi bilmiyordum. acaba arama olmuştu ve mp3 player, 52 kağıdı ve cep telefonum gibi materyaller mi ortaya çıkmıştı. gitmedim yanına, gitmek istemedim. gidemememin nedeni hayatım boyunca yaşadığım bir çıkmazın emaresiydi aslında. mesela sokak ortasında bisikletten düşen bir çocuğun yanına gidip noldu sormanın mı? yoksa, görememezlikten gelerek utanma duygusunu körüklemememin doğru olduğunu çözemedim. ikisinin de doğru yanları vardı belki. fakat burda hangisi yapılmalıydı. surat ifadesi kötüydü ve yemek alıyordu. rahatsızlık vermek istemedim ve yanına gitmedim. hemşerim gitmiş, olay doğruymuş. komutan bunu dolapların orada görmüş ve üzerindeki palaskanın çıkarılmış olmasına sinirlenmiş, palaska yani kamuflajın üzerine takılan bir nevi kalın kemer. tokat atmış arkadaşa. kısa dönem olduğumuzu bilmiyormuş. sonra kıvırmış. siz buraları dağınık bırakmakla bir hata yaptınız bende tokatla bir hata yaptım yollu. yani insan olmak önemli değil onun düşüncesinde, senin hakkını daha fazla arayabilecek olman daha etkili. bir erle, bir generalin belki farklı yaşadığı bu dünyada ikisininde toprağa gömülecek olması bana göre tek teselli kaynağı. böylece kısa dönemlerin ilk dayağı yenmiş oldu.
22.32 şimdi yazmak için müsait bir durum değil. çünkü bizim arkadaşa şiddet uygulayan komutan nöbetçiymiş ve adam bize gıcık. daha bugün 3,5 arkadaş hakkında tutanak tuttu ve artislik yaptı. bu gecede boş durmayacaktır. sonra devam ederiz artık.
04.05.2008
13.26 dün gece yazım işi yarıda kaldı. çünkü öğrencilerimden birinin hediyesi olan bot defterim bitti. saatte geç olduğu için bıraktım. kardeşime getirttiğim okul defterine yazıyorum şimdi anılarımı. tabi anı denirse. anı dendiğine değerse. bak yine geldi aklıma yağmurun altında belki bir saat beklemiştim. korunmak için durduğu bina dibinde, onun yoldan geçişini beklemiştim. hafta içi hergün aynı yoldan aynı saatte geçerdi. minicik ayakları olacak ki, giydiği minicik spor ayakkabısıyla sigarasını içine çektikçe tüketen tiryaki gibi tüketirdi yolları. ivmesiz bir hali vardı yürüyüşünde. benden başka belki 10 kişiyle sığındığımız bina dibinde öğrencilere nasihat veren bir emektar edasıyla yolun tozuna toprağına terbiye veriyordu yağmur. toprağın yumuşak örtüsünü sudan kıvılcımlarıyla tutuştururken,betona olan kesimi de tapırtılı seslerle gideriyordu. ben yine aynı duvar dibinde bekliyordum. ayağımdaki yazlık ayakkabının tamamından giren su bileklerime kadar ulaşmıştı. bunu akşam akrabamın evinde çoraplarımı çıkarırken anlamıştım. işte çıkagelmişti. sanki ilk kez görüyor gibi hem sevinç hem de endişeye kapılmıştım. tıpkı deniz gibiydi her hali baktıkça huzur veriyor, yaklaştıkça ürkütüyordu. beni görünce muzip bir gülüşle güldü, ağır bir gelişle yanıma geldi. merhaba dedi. merhaba nasılsın dedim. çok samimi bir edayla. şemsiyesini tuttu ilkin başıma, daha işin başında beni koruyacağını böylece teyit etmişti. ben gülüyordum, o gülümsüyordu. o gün söyledi bana acı gerçeği bu işin alamıyacağını. samimi ifadelerim onu korkutmuştu sanırım. saygı duyarım dedim ve onu uğurlayıp arkamı dönüp gittim. hiç koymamıştı bu bana. çünkü ona aşk duymuyor, ona sevgi taşıyordum. aşka inanmaz sevgiye inanırdım belki ondan. işte dedim ya burada insanın aklına olup olmadık şeyler geliyor. sanki insan hasret çekmek istiyor. hayata mazoşistleşiyor, kadere sadistleşiyor. neyse. dünkü mevzu zaten böyle bitti, gerçi bir ara komutan akıllısınız bu aklımızın burada böyle şeylerde kullanırsanız kim bilir dışarda ne yaparsınız dedi. hayret ediyorum. sanki yolsuzluk yaptık, sanki birşey çaldık. sadece açtık ve yemek yemek istedik. yani bu kadar suçmu bu.
bu arada koğuşta da hareketlilik başladı. arkadaşlardan biri karşı koğğuşta telefonunu şarjediyordu(bizim koğuşta priz yok) arada gidip bakıyordu. en son gittiğinde telefonunu yerinde bulamamış. şarj aleti duruyor, fakat telefon yok. çalınmış. içinde hatta gitti. tüm telefon kayıtları da içinde beraber gitti. evet şimdi en baştaki mevzuya dönelim, neredeyse unuttuk be!
istirahatteyken istirahet et adı altındaydı. neyse sonra bende bir kaç arkadaşla anfiden uzaklaştım. bazıları geziyor, bazıları oturuyor. komutanla muhabbet eden var. uzaktan anfiye bakarken birden herkes ayağa kalktı ve saol diye bağırdı. aslında böyle bir kelime de yok. komutanlar ilk bize bunu öğretti. sağol kelimesi hızlı ve sert bir şekilde saol diye okunuyordu. uzaktan bakınca mana veremedim. sonra öğrendim durumu. normalde eğitim yapılması gereken söz boş geçiyordu fakat komutan için bu önemli değildi. eğitim süresi bitince istirahat vermesi gerekiyordu ve istirahatteyken 15 dakika istirahat çekti. tabi bizimkinler de saol dedi. 35dakikadır yazıyorum. bu kadar yazınca sıkılıyorum ama yazmam gerekende epey şey birikti. neyse biraz ara vereyim de sonra yazayım.
16.04 yemek vaktine 1 buçuk saat var ve şu felaket gününü anlatayım. öncelikle notları bulmak için not defterimi açtım. tarihe baktım 30.04.2008 amma gün geçti üzerinden sanki yeni olmuş gibi. neyse başlıyayım.
arızalı silah sabah silahlarımızı da aldık ve eğitim alanına gittik. arkadaşlardan birinin silahında gez yoktu. aldığında yokmuş aldığı zamanda söylemiş ve hallederiz demişler. fakat şimdi söyleyince tutanak tutacaz bu silahı eksiksiz verdim dedi. askerde tabir var; çalınma olmaz, yer değiştirme olur. yani sende eksik varsa tamamlamak için başka birindekini al mantığı. bugünlerde koğuşlarda boşaldı. fakat bu gece tuvaletler kilitli neden? çünkü başka koğuşların tuvaletlerin koğuşlarında ayna eksiği var. uyanık koğuş sorumluları eksiklerini başka tuvaletlerden tamamlıyor. ne demişler. çalma olmaz, yerdeğiştirme olur.
lokman 3.takımdan bir arkadaş Lokman. yıllar önce kırılan kolu yanlış kaynamış. yine de askerlik muayenesi olduğu yer çürük vermemiş ve askere gelmiş. burada tekrar muayene oldu ve doktorlar terhisine karar verdi. eğitim alanında çimenlerde ellerimiz silahlı oturduğumuz o gün eşofmanlı olan Lokman ıkomutan yanına çağırdı. sonra Lokman kapıdan çıktı ve yattığımız yolun karşısındaki alaya geçti. tabi biz ne konuştuklarını bilmiyoruz. sadece izliyoruz. bir süre sonra elinde askeriyenin verdiği tüm eşyalarla geldi, üzerinde sivil kıyafetleri vardı. bir kaç belge imzaladı. bir kaç komutanla konuştu. sonra geldi ve kendi takımındaki arkadaşlarıyla vedalaşmaya başladı. sonra bize de el salladı ve gitti. giderken kaç kere döndü ve baktı bilmiyorum. en önde oturuyordum, arkamı döndüm ve arkadaşlara ilk terhisimizi verdik, darısı başımıza dedim.
arabalı seyahat bekliyoruz hala çimenlikte oturup. 3 tane transit minibüs geldi. sonra bizi arabalara bindirdiler ve atış alanına götürdüler. 3 hafta sonra ilk defa taşıta bindik. müthişti. yürümeye ve koşmaya o kadar alıştık ki, taşıta binip de hızla seyahat edince tuhaf oldum. özlenecek birşey mi yani bu dememeli. sivilin her şeyini özledik.
atış talimi atış yapacağımız yere vardık. askeri bir alandan çok sivil bir alana benziyordu. kenarda çalışan köylüler karşı dağdan geçen siviller vardı. yakında villalar vardı. 10 tane atış hedefi vardı. 10 arlı sıraladılar bizi. bu arada bir minibüs daha geldi. bir baktık yiyecek içecek yaniseyyar kantin. adamlar ihtiyaçlarımızı karşılamak için atış alanına seyyar kantin getirdiler. komutanlar bizi kolluyor. ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalışıyorlar. bizim oynamaya çalıştığımız askercilik oyununu onlar yııllardır oynuyor. atış kısa süren birşey değil çünkü. atışta her hareketi komutla yapıyoruz. 10 arlı olarak komutanın komutuyla yerlerimizi alıyoruz. 100mt hedefe uzaklığı olan kum torbalarınını dibine, battaniyenin üstüne yerde battaniye serili. herkesin 5 atış hakkı var ve bitirmek gerekiyor. her hareket komutla. çünkü güvenlik öncelikli. ters bir hareket yapan azarlanıyor. sarjörü tak, kurma kolunu çek, şimdi bırak, emniyeti aç, gez-göz-arpacık hizlamasını yap. ateş et. her askerin başında iki komutan benim başıma bana takan komutan geldi. gerçi sevindim onun geldiğine çünkü bugünlerde iyice azar çekmeye başlayan bir komutan var ve morelimizi bozuyor. atış esnasında da ordaydı ve atış için yerde yatan askerlerin hatalarını botuyla düzeltiyordu. mesela şarjörü tekmeliyor, ayağına vuruyor gibi. atış yaparken güzel duygular oluşuyor. insanın içinde vahşi bir yön var hakkaten bu yönü terbiye etmek bence mümkün değil, bu duygu bir kabiliyet olarak mevcut. mesela önceleri evde çok stres basınca bahçeye çıkıp biraz odun keserdim. stres boşalması yaşatırdı hakkaten. dün atış yapınca da aynı duyguyu hissettim. güzel bir silah, çok güçlü. pek tepmiyor. böyle bir silaha sivilde de sahip olmak korkunç olurdu. öldürücü etkisi ve menzil etkisi çok yüksek bir silah çünkü.
22.10 bugünden bahsetmeden notlara geçicem.
ilk dayak atışlar bittikten sonra yine bizi minibüslerle alaya getirdiler.
22.47 ya tam yazmaya başladım arkadaşlar ihale masasına çağırdılar. gittik oynadık, sonra geldim. tam yzaıcam bu seferde sudoku turnuvası düzenledim. aynı zor seviyeli bulmacayı 4 kişi çözmeye çalıştık. 20 dakikada bitirdim fakat sadece 2 rakamın yerini yanlış yapmışım elendim. napalım, yazma hayali de sona kaldı galiba, çünkü yatmayı düşünüyorum.
bu arada koğuşta da hareketlilik başladı. arkadaşlardan biri karşı koğğuşta telefonunu şarjediyordu(bizim koğuşta priz yok) arada gidip bakıyordu. en son gittiğinde telefonunu yerinde bulamamış. şarj aleti duruyor, fakat telefon yok. çalınmış. içinde hatta gitti. tüm telefon kayıtları da içinde beraber gitti. evet şimdi en baştaki mevzuya dönelim, neredeyse unuttuk be!
istirahatteyken istirahet et adı altındaydı. neyse sonra bende bir kaç arkadaşla anfiden uzaklaştım. bazıları geziyor, bazıları oturuyor. komutanla muhabbet eden var. uzaktan anfiye bakarken birden herkes ayağa kalktı ve saol diye bağırdı. aslında böyle bir kelime de yok. komutanlar ilk bize bunu öğretti. sağol kelimesi hızlı ve sert bir şekilde saol diye okunuyordu. uzaktan bakınca mana veremedim. sonra öğrendim durumu. normalde eğitim yapılması gereken söz boş geçiyordu fakat komutan için bu önemli değildi. eğitim süresi bitince istirahat vermesi gerekiyordu ve istirahatteyken 15 dakika istirahat çekti. tabi bizimkinler de saol dedi. 35dakikadır yazıyorum. bu kadar yazınca sıkılıyorum ama yazmam gerekende epey şey birikti. neyse biraz ara vereyim de sonra yazayım.
16.04 yemek vaktine 1 buçuk saat var ve şu felaket gününü anlatayım. öncelikle notları bulmak için not defterimi açtım. tarihe baktım 30.04.2008 amma gün geçti üzerinden sanki yeni olmuş gibi. neyse başlıyayım.
arızalı silah sabah silahlarımızı da aldık ve eğitim alanına gittik. arkadaşlardan birinin silahında gez yoktu. aldığında yokmuş aldığı zamanda söylemiş ve hallederiz demişler. fakat şimdi söyleyince tutanak tutacaz bu silahı eksiksiz verdim dedi. askerde tabir var; çalınma olmaz, yer değiştirme olur. yani sende eksik varsa tamamlamak için başka birindekini al mantığı. bugünlerde koğuşlarda boşaldı. fakat bu gece tuvaletler kilitli neden? çünkü başka koğuşların tuvaletlerin koğuşlarında ayna eksiği var. uyanık koğuş sorumluları eksiklerini başka tuvaletlerden tamamlıyor. ne demişler. çalma olmaz, yerdeğiştirme olur.
lokman 3.takımdan bir arkadaş Lokman. yıllar önce kırılan kolu yanlış kaynamış. yine de askerlik muayenesi olduğu yer çürük vermemiş ve askere gelmiş. burada tekrar muayene oldu ve doktorlar terhisine karar verdi. eğitim alanında çimenlerde ellerimiz silahlı oturduğumuz o gün eşofmanlı olan Lokman ıkomutan yanına çağırdı. sonra Lokman kapıdan çıktı ve yattığımız yolun karşısındaki alaya geçti. tabi biz ne konuştuklarını bilmiyoruz. sadece izliyoruz. bir süre sonra elinde askeriyenin verdiği tüm eşyalarla geldi, üzerinde sivil kıyafetleri vardı. bir kaç belge imzaladı. bir kaç komutanla konuştu. sonra geldi ve kendi takımındaki arkadaşlarıyla vedalaşmaya başladı. sonra bize de el salladı ve gitti. giderken kaç kere döndü ve baktı bilmiyorum. en önde oturuyordum, arkamı döndüm ve arkadaşlara ilk terhisimizi verdik, darısı başımıza dedim.
arabalı seyahat bekliyoruz hala çimenlikte oturup. 3 tane transit minibüs geldi. sonra bizi arabalara bindirdiler ve atış alanına götürdüler. 3 hafta sonra ilk defa taşıta bindik. müthişti. yürümeye ve koşmaya o kadar alıştık ki, taşıta binip de hızla seyahat edince tuhaf oldum. özlenecek birşey mi yani bu dememeli. sivilin her şeyini özledik.
atış talimi atış yapacağımız yere vardık. askeri bir alandan çok sivil bir alana benziyordu. kenarda çalışan köylüler karşı dağdan geçen siviller vardı. yakında villalar vardı. 10 tane atış hedefi vardı. 10 arlı sıraladılar bizi. bu arada bir minibüs daha geldi. bir baktık yiyecek içecek yaniseyyar kantin. adamlar ihtiyaçlarımızı karşılamak için atış alanına seyyar kantin getirdiler. komutanlar bizi kolluyor. ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalışıyorlar. bizim oynamaya çalıştığımız askercilik oyununu onlar yııllardır oynuyor. atış kısa süren birşey değil çünkü. atışta her hareketi komutla yapıyoruz. 10 arlı olarak komutanın komutuyla yerlerimizi alıyoruz. 100mt hedefe uzaklığı olan kum torbalarınını dibine, battaniyenin üstüne yerde battaniye serili. herkesin 5 atış hakkı var ve bitirmek gerekiyor. her hareket komutla. çünkü güvenlik öncelikli. ters bir hareket yapan azarlanıyor. sarjörü tak, kurma kolunu çek, şimdi bırak, emniyeti aç, gez-göz-arpacık hizlamasını yap. ateş et. her askerin başında iki komutan benim başıma bana takan komutan geldi. gerçi sevindim onun geldiğine çünkü bugünlerde iyice azar çekmeye başlayan bir komutan var ve morelimizi bozuyor. atış esnasında da ordaydı ve atış için yerde yatan askerlerin hatalarını botuyla düzeltiyordu. mesela şarjörü tekmeliyor, ayağına vuruyor gibi. atış yaparken güzel duygular oluşuyor. insanın içinde vahşi bir yön var hakkaten bu yönü terbiye etmek bence mümkün değil, bu duygu bir kabiliyet olarak mevcut. mesela önceleri evde çok stres basınca bahçeye çıkıp biraz odun keserdim. stres boşalması yaşatırdı hakkaten. dün atış yapınca da aynı duyguyu hissettim. güzel bir silah, çok güçlü. pek tepmiyor. böyle bir silaha sivilde de sahip olmak korkunç olurdu. öldürücü etkisi ve menzil etkisi çok yüksek bir silah çünkü.
22.10 bugünden bahsetmeden notlara geçicem.
ilk dayak atışlar bittikten sonra yine bizi minibüslerle alaya getirdiler.
22.47 ya tam yazmaya başladım arkadaşlar ihale masasına çağırdılar. gittik oynadık, sonra geldim. tam yzaıcam bu seferde sudoku turnuvası düzenledim. aynı zor seviyeli bulmacayı 4 kişi çözmeye çalıştık. 20 dakikada bitirdim fakat sadece 2 rakamın yerini yanlış yapmışım elendim. napalım, yazma hayali de sona kaldı galiba, çünkü yatmayı düşünüyorum.
4 Mart 2019 Pazartesi
03.05..2008
15.08 bugün tatil işte. pek birşey yapmadık. bolca maç yaptık gezdik. bolca maçı nasıl yaptık. çünkü alay şuan bomboş. tüm acemi askerler gitti dağıtım yerlerine. şu an sadece karargah askerleri diye tabir edilen askerler, usta askerler birde rütbeli askerler var. kantinde hiç sıra beklemedik. çay dersen iki kere içtik. çok güzelmiş bu çay. üç gün boyunca tutkunu olduğum çayı içememiştim ve iki bardak içtim o metal levhalı çay ocağının başına o kadar gittim gittim döndüm ki sayılmaz. çaycıya artık 2 çay 5 çay diye çay istemiyoruz. çay veriyor musun diyoruz. çünkü sıra tam geliyor ve çay bitti deyip metal levha yüzümüze kapanıyor. bugünle ilgili diğer bir olayda yine eğitim gördüğümüz yere gittik ve istirahat verildi. duvar kenarında beklerken siparişe giden hamburgerci gördük çağırdık telefonunu aldık ve 4 tane hamburger bir de gazete siparişi verdik. hatta sigara isteyenlerde oldu. acele getir deyip tembihledik ve gönderdik. sonra aklımıza kola almak da geldi olaydaki telefondan aradılar siparişe kola da eklettik. tam içtima alınırken geldi. güvenli bir şekilde aldık. eşofmanların içine zulaladık. sonra tekrar kendi mekanımıza geldik ve istirahat verdiler. yemekhanenin üstündeki yeşillik alana gittik. ben, badim ve hemşom biz üç kişiydik. gazete okuduk, hamburgeri yedik, muhabbet ettik ve sigara içtik. nerdeyse 1 haftadır günlük 3-5 tek sigara içmeye başladım. hayatımda ilk bütün sigara askerde içtim. hala bir tadda yok bana göre ama zihinsel bağımlılık yapıyor. millet yakınca canım istiyor. hala otlakçıyım, paket taşıma moduna gelmedim. ama bugün çay falan içerken badim çok fena öksürdü dakikalarca sigarayı bıraktığını söyledi. bende bıraktım dedim. sonra alay komutanı da birilerini sigara içerken görmüş. komutanımız sigaranın zararlarıyla ilgili mini konferans yaptı. zaten bırakacaktık ve kararlıydık. hakkaten tiksinç birşey hemde gereksiz, hemde zararlı. geç başladım çabuk bıraktım.
şu geçenlerde aldığım notları anlatayım diyorum ama sanki arada kopan bazı mevzular var gibime geldi. mesela çok iyi ya dediğim mevzuyu anlattım mı hatırlamıyorum. şimdi notları bir karıştırayım bakayım belki yazmışımdır. bir iki dakika karıştırınca buldum. şöyle not almışım.
istirahatteyken istirahat et
şöyle anlatayım; bu atış eğitimi aldığımız itdurmaz tepesinde daha önce de bahsettiğim anfide yürüyüş kolu sırasına göre oturtulduk. sonra yine beklemeye başladık. o sırada izin isteyip kantin WC ye giden oldu, derken dakikalar geçti ve artık herkes sıraları terketti grup halinde muhabbetler geyikler başladı. komutan da yan tarafa oturdu o da bizden birkaç arkadaşla muhabbet etmeye başladı...
22.49 niye ara verdim hatırlamıyorum. traş sırası için olabilir. traş edecek eleman geldi kağıda liste yaptık 18. sıradayım. belki ona bakmaya gitmişimdir. gelip yazmadığıma göre de... evet evet onu anlatayım neyse gittim traş eden elemanın yanına nasıl traş yapıldığını da anlatayım, koridorda bir priz var. onun yanına bir sandalye koyuyorlar ve oraya oturup seni traş ediyorlar. gittim sıra 17. deydi sonra traş eden asker sigara molasına gitti. bende bizim koğuştan arkadaşlardan ense traşı olmak isteyen birisini hemen traş deneyimim var diyerek faullerini aldım. hiç güzel olmadı. güzel yapacaktım ama müsade etmedi. sonra başka traş olmak isteyen bir arkadaş vardı ve onu etorttum sandalyeye başladım traşa çokda güzel yaptım. sonra berber geldi az bir düzeltmeyle traşı bitirdi. soranlar oldu ilk traşın mı diye. hayır kardeşimi traş ederdim dedim. halbuki bir kere traş etmek istemiştim ve berbat edip annemden fırça yemiştim. yani asıl ilk traşım buydu. traş olan arkadaş hiç yadırgamadı bu durumu. bende yadırgamadım çünkü yadırganacak o kadar çok şey varki hiçbirini yadırgamıyorduk. ülfet yapmıştı anormallikler. mesela koridorda 5 saatte 30 adam traş oldu ve traş eden oğlan berber değil. ilk traşını askerde yapmış. asıll berber hasta olduğu için bu çocuk gelmişti.
ışıklar söndürüldü bu arada mavi ışıkta zor görüyorum. zor yazıyorum. şimdi karşı koğuşa gidiyorum. şimdi karşı koğuşa gidiyorum. sonra anlatırım.
23.19 fazla duramadım az önce koğuşta yine sazlar çalınıyordu. bir arkadaş rahatsız olduğunu söyleyince saz çalan arkadaş diğer koğuşa gidelim dedi gitti ama meğerse koridorda çalıyormuş. bir iki parççadan sonra bıraktı. tekrar yazmaya devam. traş olayından hemen sonra yemek içtimasına gitti. fakat yemek yemek imkansız hale geldi. yemek tabldotları resmen kir-pas içerisindeydi. dünkü menüdeki balığın hala emareleri mevcut. sorduk komutana neymiş koskoca askeriyede bulaşık deterjanı yokmuş. burada yapılan masrafların haddi hesabı belli değil ama asıl ihtiyaçlar liste dışı kalıyor. yemekler zaten hiç güzel değil artık iyice mide bulandırıcı da gelmeye başladı. zaten öğlen de yememiştim...
bak ne anlatıyormuşum nereye geçmişim. daldan dala da iyi olmuyor. neyse ama bu mevzuyu bitirelim önce... 3 arkadaş ayrıldık içtimadan bu arada nerdeyse arkadaşların 3de1 i ayrıldı. çünkü kimse yemek istemiyor artık bu yemekleri. sabah aradığımız hamburgerciyi arıyacaktım, bu arada başka bir arkadaş daha geldi. 4 kişiydik 5 tane hamburger 5 tane kola siparişi verdik. fakat birazda korkarak. çünkü buraya yemek sağlamak yasaktı. dümen hazırdı ziyaretçi gibi gelecek ve malzemeleri bize teslim edip gidecekti. nizamiye kapısını gören bir yerde pusuya yattık. eleman 15 dakika sonra motorla çıkageldi. karşı tarafa park etti. elinde çanta nizamiye kapısına geldi. ziyaretçi listesinin alındığı binanın içine girdi. normal prosedür o binada isim yazdırılır ve karşı tarafına yani kamelyaya geçilirdi. fakat siparişleri getiren oğlan bir türlü o binadan çıkmak bilmedi. birazdan anons geldi. bölüğü belli olmayanlardan(kısa dönem demeyi unutmuşum) ümit m., ümit m., ziyaretçi yerine geliniz. bir iki dakika bekledim. hala oğlan binadan çıkmamıştı. nizamiye kapısına geldim ve ziyaretçimi söyledi. girdim içerde oğlan oturuyordu. yerde de poşet içinde siparişleri koymuştu. diğer kapıdaki komutan gel bakalım dedi. bu arkadaş senin neyin oluyor diye soru yöneltti. bu arada oğlanın kimliğinde hakkında araştırma yapıyorlardı. arkadaşım oluyor dedim. nerde ne zaman tanıştınız dedi. komutanım 12 nisanda teslim olmak için Antalyadan yola çıktım saat 1 gibi çanakkaleye indim(öğlen sonu 1 olduğu belli oluyordu zaten) karnımı doyurmak için faast food a gittim. orada bu arkadaşla tanıştım. sen askersin ihtiyacın olur, beni ara ne zaman olursa yardımcı oluruz dedi dedim. bu çok yapılan birşey herhangi birinin telefonunu alarak sipariş verebilirsiniz zaten dedi. komutan ne demek istediğini anlamamıştım. neden ve nasıl girdim bilmiyorum ama komutanım bugün öğlen yemeğini yiyemedim, akşam da yiyemedim. buranın yemeklerini yiyemiyorum, hergün bisküvi yemekteyim dedi ve orada kestim. kabız oluyoruz diye devam edecektim ama etmedim. gel bakayım arkadaşım dedi komutan ve bizim sevisçi oğlanı çağırdı. sen niye geldin deyince gerçekten çay içmeye geldim dedi. ben hemen müdahele ettim ve dostum ben komutana herşeyi anlattım dedim. sen öğrenci misin dedi. evet cevabını alınca ismini ve soyismini defterine kaydedip bir daha buraya birşey getirmiyorsun, yoksa senin başını belaya sokarım dedi. çocukla kendimin komutan karşısındaki duruşlarımız o kadar farklıydı ki, elleri arkasında, ağzında sakız. 5cm faul, dikleştirilmiş saçlar, kaykılmış bir duruş, gayet de rahat. ben ayaklar birleşik, eller vücudumun iki yanında, 5 parmaklarım yapışık dimdik duruş korkuyu bilmek belki bu. tehditi tanımak veya tehdidin kendi adıma derecesini bilmek. sonuçta o çocuğa pek birşey yapamazdı fakat beni fena yapabilirdi. parasını bana ödetti, oğlanı gönderdi. diğer arkadaşlarını da çağır, burada içlerini kontrol edicez sonra karşı tarafta benim gözetimimde yiyeceksiniz dedi. hemen kortum elemanları çağırdım, korkarak geldiler. sanki onları da gammazlamış gibi hissettim kenidimi fakat komutana samimi beyanlarına güvendim. bir de yememize müsadece edicez demesine. geldiler. isimlerimizi de oğlanın isminin altına yazdı. sonra nasihat etti. buranın güzelim yemeklerini mayanoze tercih ediyorsunuz dedi. sipariş ettiğimiz yiyecekler belki çok sağlıklı değildi fakat bunu sorgulayacak konumda değildik. çünkü açtık.
şu geçenlerde aldığım notları anlatayım diyorum ama sanki arada kopan bazı mevzular var gibime geldi. mesela çok iyi ya dediğim mevzuyu anlattım mı hatırlamıyorum. şimdi notları bir karıştırayım bakayım belki yazmışımdır. bir iki dakika karıştırınca buldum. şöyle not almışım.
istirahatteyken istirahat et
şöyle anlatayım; bu atış eğitimi aldığımız itdurmaz tepesinde daha önce de bahsettiğim anfide yürüyüş kolu sırasına göre oturtulduk. sonra yine beklemeye başladık. o sırada izin isteyip kantin WC ye giden oldu, derken dakikalar geçti ve artık herkes sıraları terketti grup halinde muhabbetler geyikler başladı. komutan da yan tarafa oturdu o da bizden birkaç arkadaşla muhabbet etmeye başladı...
22.49 niye ara verdim hatırlamıyorum. traş sırası için olabilir. traş edecek eleman geldi kağıda liste yaptık 18. sıradayım. belki ona bakmaya gitmişimdir. gelip yazmadığıma göre de... evet evet onu anlatayım neyse gittim traş eden elemanın yanına nasıl traş yapıldığını da anlatayım, koridorda bir priz var. onun yanına bir sandalye koyuyorlar ve oraya oturup seni traş ediyorlar. gittim sıra 17. deydi sonra traş eden asker sigara molasına gitti. bende bizim koğuştan arkadaşlardan ense traşı olmak isteyen birisini hemen traş deneyimim var diyerek faullerini aldım. hiç güzel olmadı. güzel yapacaktım ama müsade etmedi. sonra başka traş olmak isteyen bir arkadaş vardı ve onu etorttum sandalyeye başladım traşa çokda güzel yaptım. sonra berber geldi az bir düzeltmeyle traşı bitirdi. soranlar oldu ilk traşın mı diye. hayır kardeşimi traş ederdim dedim. halbuki bir kere traş etmek istemiştim ve berbat edip annemden fırça yemiştim. yani asıl ilk traşım buydu. traş olan arkadaş hiç yadırgamadı bu durumu. bende yadırgamadım çünkü yadırganacak o kadar çok şey varki hiçbirini yadırgamıyorduk. ülfet yapmıştı anormallikler. mesela koridorda 5 saatte 30 adam traş oldu ve traş eden oğlan berber değil. ilk traşını askerde yapmış. asıll berber hasta olduğu için bu çocuk gelmişti.
ışıklar söndürüldü bu arada mavi ışıkta zor görüyorum. zor yazıyorum. şimdi karşı koğuşa gidiyorum. şimdi karşı koğuşa gidiyorum. sonra anlatırım.
23.19 fazla duramadım az önce koğuşta yine sazlar çalınıyordu. bir arkadaş rahatsız olduğunu söyleyince saz çalan arkadaş diğer koğuşa gidelim dedi gitti ama meğerse koridorda çalıyormuş. bir iki parççadan sonra bıraktı. tekrar yazmaya devam. traş olayından hemen sonra yemek içtimasına gitti. fakat yemek yemek imkansız hale geldi. yemek tabldotları resmen kir-pas içerisindeydi. dünkü menüdeki balığın hala emareleri mevcut. sorduk komutana neymiş koskoca askeriyede bulaşık deterjanı yokmuş. burada yapılan masrafların haddi hesabı belli değil ama asıl ihtiyaçlar liste dışı kalıyor. yemekler zaten hiç güzel değil artık iyice mide bulandırıcı da gelmeye başladı. zaten öğlen de yememiştim...
bak ne anlatıyormuşum nereye geçmişim. daldan dala da iyi olmuyor. neyse ama bu mevzuyu bitirelim önce... 3 arkadaş ayrıldık içtimadan bu arada nerdeyse arkadaşların 3de1 i ayrıldı. çünkü kimse yemek istemiyor artık bu yemekleri. sabah aradığımız hamburgerciyi arıyacaktım, bu arada başka bir arkadaş daha geldi. 4 kişiydik 5 tane hamburger 5 tane kola siparişi verdik. fakat birazda korkarak. çünkü buraya yemek sağlamak yasaktı. dümen hazırdı ziyaretçi gibi gelecek ve malzemeleri bize teslim edip gidecekti. nizamiye kapısını gören bir yerde pusuya yattık. eleman 15 dakika sonra motorla çıkageldi. karşı tarafa park etti. elinde çanta nizamiye kapısına geldi. ziyaretçi listesinin alındığı binanın içine girdi. normal prosedür o binada isim yazdırılır ve karşı tarafına yani kamelyaya geçilirdi. fakat siparişleri getiren oğlan bir türlü o binadan çıkmak bilmedi. birazdan anons geldi. bölüğü belli olmayanlardan(kısa dönem demeyi unutmuşum) ümit m., ümit m., ziyaretçi yerine geliniz. bir iki dakika bekledim. hala oğlan binadan çıkmamıştı. nizamiye kapısına geldim ve ziyaretçimi söyledi. girdim içerde oğlan oturuyordu. yerde de poşet içinde siparişleri koymuştu. diğer kapıdaki komutan gel bakalım dedi. bu arkadaş senin neyin oluyor diye soru yöneltti. bu arada oğlanın kimliğinde hakkında araştırma yapıyorlardı. arkadaşım oluyor dedim. nerde ne zaman tanıştınız dedi. komutanım 12 nisanda teslim olmak için Antalyadan yola çıktım saat 1 gibi çanakkaleye indim(öğlen sonu 1 olduğu belli oluyordu zaten) karnımı doyurmak için faast food a gittim. orada bu arkadaşla tanıştım. sen askersin ihtiyacın olur, beni ara ne zaman olursa yardımcı oluruz dedi dedim. bu çok yapılan birşey herhangi birinin telefonunu alarak sipariş verebilirsiniz zaten dedi. komutan ne demek istediğini anlamamıştım. neden ve nasıl girdim bilmiyorum ama komutanım bugün öğlen yemeğini yiyemedim, akşam da yiyemedim. buranın yemeklerini yiyemiyorum, hergün bisküvi yemekteyim dedi ve orada kestim. kabız oluyoruz diye devam edecektim ama etmedim. gel bakayım arkadaşım dedi komutan ve bizim sevisçi oğlanı çağırdı. sen niye geldin deyince gerçekten çay içmeye geldim dedi. ben hemen müdahele ettim ve dostum ben komutana herşeyi anlattım dedim. sen öğrenci misin dedi. evet cevabını alınca ismini ve soyismini defterine kaydedip bir daha buraya birşey getirmiyorsun, yoksa senin başını belaya sokarım dedi. çocukla kendimin komutan karşısındaki duruşlarımız o kadar farklıydı ki, elleri arkasında, ağzında sakız. 5cm faul, dikleştirilmiş saçlar, kaykılmış bir duruş, gayet de rahat. ben ayaklar birleşik, eller vücudumun iki yanında, 5 parmaklarım yapışık dimdik duruş korkuyu bilmek belki bu. tehditi tanımak veya tehdidin kendi adıma derecesini bilmek. sonuçta o çocuğa pek birşey yapamazdı fakat beni fena yapabilirdi. parasını bana ödetti, oğlanı gönderdi. diğer arkadaşlarını da çağır, burada içlerini kontrol edicez sonra karşı tarafta benim gözetimimde yiyeceksiniz dedi. hemen kortum elemanları çağırdım, korkarak geldiler. sanki onları da gammazlamış gibi hissettim kenidimi fakat komutana samimi beyanlarına güvendim. bir de yememize müsadece edicez demesine. geldiler. isimlerimizi de oğlanın isminin altına yazdı. sonra nasihat etti. buranın güzelim yemeklerini mayanoze tercih ediyorsunuz dedi. sipariş ettiğimiz yiyecekler belki çok sağlıklı değildi fakat bunu sorgulayacak konumda değildik. çünkü açtık.
3 Mart 2019 Pazar
02.05.2008
22.57 bugün tek kelimeyle haşatımız çıktı. resmen pert olduk. komutanlara da iyice acıdık ve acizliklerini gördük. sabah içtimasından sonra eğitim alanına götürdüler. diğer kısa dönemleri de getirdiler. yani birliğin kendi kısa dönemleri, bizler il jandarma kısa dönemleriydik ve onlardan ayrı yerdeydik. yemin töreninde hep beraber tüm kısa dönemler olarak yürüyeceğimiz için beraber çalışma yapacaktık. Eee! yumurta kapıya geliyordu. bir hafta kalmıştı yemin törenine. 8li kol düzeni dizildik. karışık olarak 1. 2. 3. takımlar ve diğer 12 kısa dönem. sıralar karışmıştı, kimsenin kimseyle doğru düzgün muhabbeti yoktu. başladık beraber yürümeye. yürüyüş olarak bahsettiğim şeyler ise şunlar;
çark: sıra halde dönüşlerde yapılıyor. sağa döneceklerse sağ baştaki sabit yerinde dönüyor diğerleri de en sola kadar hızını düzenli arttırarak dönüş yapılıyor ve en soldaki eleman da tam döndükten sonra sağ baştan tekrar marş marş gidiliyor.
uygun adım; hep beraber sol ayağı sert ve sağ ayağı yavaş vurmaya deniyor. solun hızlı, sağın yavaş vurmasından kaynaklanan ses farkından ayaklarımız birbirimize uyum sağlıyor. komutanlar düdük ile de bu ritmi sağlıyor. hatta bugün davul ve zil eşliğinde yürüdük.
tören yürüyüşü; protokolden geçerken ayaklar kırılmadan yürünür, işte bu çok zor.
bir diğer mevzuda baş ve kolların duruma göre hareketi. bunlar bazen karışabiliyor. çünkü pratik eksikliği var. fakat komutanlar hemen yapılmasını istiyorlar. işin diğer tarafı ise sadece sözel uyarıcılar ile bize yaptırmaya çalışıyorlar. yani eğitimci yönleri tam olarak sıfır. adam çarkı anlatırken, sol baştaki sabit diğerleri de ona bakarak uygun adım dönecek bu kadar basit diyor. şimdi sen bundan ne anlarsın. hem çok nerede başlıyacak nedere bitecek o da belli değil. bir öğretmen olarak ve mesleğimi bilfiil 5 sene yapmışlığıma da güvenerek söylüyorum ki bana verseler 1 günde nizami yürütürüm. ama tam komuta bende olacak. bir süre sonra birde bağırmaya başlıyorlar. sanki 20 yaşında askere gelen çocuklarız ki onlar bile bağırılmaktan birşey anlamaz. iyice bazuyoruz fazla hakaret yeyince. biz gerçi hakaret yönünden rahatız. komutanlarımız kızmak ve fırçalamaktan ileri geçmiyor. gerçi geçen gün olan olayı anlatmadım. notlarda var, yakında yazarım. diğer kısa dönemleri çalıştıran komutan 22 yaşlarında yeni mezun herkes 3,5 yaş ondan büyük. işte o astsubay diğer kısa dönemlere çok hakaret etmiş. bu hakaretlerin bir nedeni de okumuş olmamız. zaten ilk söze başladıklarında bir de okumuş olacaksınız deyip duruyorlar. kendileri hiçbir şey olamamış ve uzman çavuş ya da astsubay olmuştur şimdi bizim okumuşluğumuza laf atıyorlar. aslında bu lafları bilinç altı ürünü. bizi kendilerinden üstün görüyorlar(halbuki bu yanlış) bu görgüyü bizde düşünce olarak var zannediyorlar ve altalamaya çalışıyorlar. yani belki biz sizin kadar okuyamadık ama sizden daha iyiyiz ve sizde becerikliyiz demeye getiriyorlar. bak size anlatıyoz ve anlamıyorsunuz diyorlar. hatta bizim bir ziyaretçi arkadaş var ona komutan spastik misin sen demiş. hani şu bana takan komutan. arkadaşta spastik olsam burada olmazdım demiş. yani okudum mu demek istiyorsun demiş.hemen meseleyi yine okumuşluğumuza getirmiş. arkadaşta o manada değil spastik olsaydım asker olmazdım. hem siz haddinizi bilin demiş. gerçekten bu sözü söylemiş. komutan birşey diyememiş tabi onu borusu birtek bize ötüyor zaten.
uzun sözün kısası istedikleri gibi yürüyemedik. tam olarak nasıl yürümemiz gerektiğini anlamadık işin açıkçası. sonra bir fırça biraz ara tekrar yürü. sonra bir ara ve tekrar fırça. bu sefer de aralar kaldırıldı öğlen sonrası istirahatte kaldırıldı emri geldi. biz başladık sahanın etrafında yürüyüşe tam tamına 1 saat 40 dakika yani 100 dakika neredeyse Fenerbahçe-Denizlispor maçı kadar bir süre 100 dakika boyunca sahada 4 tane çark, uygun adım marş ve 50 metre dizleri kırmadan tören yürüyüşü.. yerden öyle toz kalkıyordu ki doğruca boğazımıza. resmen pert olduk. ayakları iflas eden arkadaşlar oldu. yemekten sonra yere uzandı ve düzleme dik bir şekilde 15 dakika ayakları dayayarak anca dinlendirdim sızlayan ayaklarımı. öğleden sonra fazla yürümedik. ama yemin töreni sonrası kullanılacak izinlerle ilgili evrakları doldurduk. bu evraklarda da yine yapılmış olması için yapılmışlıklar vardı. evci iznine çıkıcaz ama henüz ne bir yer ayarlandı ne de otel, adres istiyorlar, komutanlar otellerin adreslerini bilmiyoruz deyince yaz işte diyorlar. yani resmen salla diyorlar. serçe parmağım durmaksızın ağrımaya başladı. yazamıyorum. tam olarak 35 dakikadır tutarak yazıyorum ve anca bu kadar oldu. bırakmam lazım. hafta sonu yarın belki toparlarız.
çark: sıra halde dönüşlerde yapılıyor. sağa döneceklerse sağ baştaki sabit yerinde dönüyor diğerleri de en sola kadar hızını düzenli arttırarak dönüş yapılıyor ve en soldaki eleman da tam döndükten sonra sağ baştan tekrar marş marş gidiliyor.
uygun adım; hep beraber sol ayağı sert ve sağ ayağı yavaş vurmaya deniyor. solun hızlı, sağın yavaş vurmasından kaynaklanan ses farkından ayaklarımız birbirimize uyum sağlıyor. komutanlar düdük ile de bu ritmi sağlıyor. hatta bugün davul ve zil eşliğinde yürüdük.
tören yürüyüşü; protokolden geçerken ayaklar kırılmadan yürünür, işte bu çok zor.
bir diğer mevzuda baş ve kolların duruma göre hareketi. bunlar bazen karışabiliyor. çünkü pratik eksikliği var. fakat komutanlar hemen yapılmasını istiyorlar. işin diğer tarafı ise sadece sözel uyarıcılar ile bize yaptırmaya çalışıyorlar. yani eğitimci yönleri tam olarak sıfır. adam çarkı anlatırken, sol baştaki sabit diğerleri de ona bakarak uygun adım dönecek bu kadar basit diyor. şimdi sen bundan ne anlarsın. hem çok nerede başlıyacak nedere bitecek o da belli değil. bir öğretmen olarak ve mesleğimi bilfiil 5 sene yapmışlığıma da güvenerek söylüyorum ki bana verseler 1 günde nizami yürütürüm. ama tam komuta bende olacak. bir süre sonra birde bağırmaya başlıyorlar. sanki 20 yaşında askere gelen çocuklarız ki onlar bile bağırılmaktan birşey anlamaz. iyice bazuyoruz fazla hakaret yeyince. biz gerçi hakaret yönünden rahatız. komutanlarımız kızmak ve fırçalamaktan ileri geçmiyor. gerçi geçen gün olan olayı anlatmadım. notlarda var, yakında yazarım. diğer kısa dönemleri çalıştıran komutan 22 yaşlarında yeni mezun herkes 3,5 yaş ondan büyük. işte o astsubay diğer kısa dönemlere çok hakaret etmiş. bu hakaretlerin bir nedeni de okumuş olmamız. zaten ilk söze başladıklarında bir de okumuş olacaksınız deyip duruyorlar. kendileri hiçbir şey olamamış ve uzman çavuş ya da astsubay olmuştur şimdi bizim okumuşluğumuza laf atıyorlar. aslında bu lafları bilinç altı ürünü. bizi kendilerinden üstün görüyorlar(halbuki bu yanlış) bu görgüyü bizde düşünce olarak var zannediyorlar ve altalamaya çalışıyorlar. yani belki biz sizin kadar okuyamadık ama sizden daha iyiyiz ve sizde becerikliyiz demeye getiriyorlar. bak size anlatıyoz ve anlamıyorsunuz diyorlar. hatta bizim bir ziyaretçi arkadaş var ona komutan spastik misin sen demiş. hani şu bana takan komutan. arkadaşta spastik olsam burada olmazdım demiş. yani okudum mu demek istiyorsun demiş.hemen meseleyi yine okumuşluğumuza getirmiş. arkadaşta o manada değil spastik olsaydım asker olmazdım. hem siz haddinizi bilin demiş. gerçekten bu sözü söylemiş. komutan birşey diyememiş tabi onu borusu birtek bize ötüyor zaten.
uzun sözün kısası istedikleri gibi yürüyemedik. tam olarak nasıl yürümemiz gerektiğini anlamadık işin açıkçası. sonra bir fırça biraz ara tekrar yürü. sonra bir ara ve tekrar fırça. bu sefer de aralar kaldırıldı öğlen sonrası istirahatte kaldırıldı emri geldi. biz başladık sahanın etrafında yürüyüşe tam tamına 1 saat 40 dakika yani 100 dakika neredeyse Fenerbahçe-Denizlispor maçı kadar bir süre 100 dakika boyunca sahada 4 tane çark, uygun adım marş ve 50 metre dizleri kırmadan tören yürüyüşü.. yerden öyle toz kalkıyordu ki doğruca boğazımıza. resmen pert olduk. ayakları iflas eden arkadaşlar oldu. yemekten sonra yere uzandı ve düzleme dik bir şekilde 15 dakika ayakları dayayarak anca dinlendirdim sızlayan ayaklarımı. öğleden sonra fazla yürümedik. ama yemin töreni sonrası kullanılacak izinlerle ilgili evrakları doldurduk. bu evraklarda da yine yapılmış olması için yapılmışlıklar vardı. evci iznine çıkıcaz ama henüz ne bir yer ayarlandı ne de otel, adres istiyorlar, komutanlar otellerin adreslerini bilmiyoruz deyince yaz işte diyorlar. yani resmen salla diyorlar. serçe parmağım durmaksızın ağrımaya başladı. yazamıyorum. tam olarak 35 dakikadır tutarak yazıyorum ve anca bu kadar oldu. bırakmam lazım. hafta sonu yarın belki toparlarız.
2 Mart 2019 Cumartesi
Kıymet
tehir olmazsa 10 Ekim 2025 cuma.
B.S.N. verdiği tarih 2125.
Allahü alem üstad tehirli tarihi verdi.
tehir iptal gibi. dünya yaşam serencamesini kendi böğrüne sapladığı hançer ile sonlandıracak.
gezegenimize karşı olan hoyrat davranışlarımız karşılıksız kalmayacak.
B.S.N. verdiği tarih 2125.
Allahü alem üstad tehirli tarihi verdi.
tehir iptal gibi. dünya yaşam serencamesini kendi böğrüne sapladığı hançer ile sonlandıracak.
gezegenimize karşı olan hoyrat davranışlarımız karşılıksız kalmayacak.
01.05.2008
askerdeki ilk ayımı devirmiş oldum. saat 06.54 bugün içtima 07.45 de yani biraz geç olduğu için yatakhanede uzanıyoz.
4. not diriliş miş.
sanırım 2.hafta eğitim alanındayken yüzbaşı rütbeli birisi geldi. yani buradaki bütün komutanlarımızdan rütbeliydi. biraz konuşma yaptı, hatta konuşmasında buradaki olayları sakın ailenize tanıdıklarınıza anlatmayın demişti.(bunu yazdığımı hatırlıyorum) sonra bir kitap var dedi. biz askeriye olarak herkesin okumasını istiyoruz. tüm komutanlarınız edindi sizinde almamınızı istiyoruz. burada vaktiniz çok. bolca okursunuz dedi. halbuki vakit kısıtlı. Turgut Özakman ın Diriliş kitabıydı bu kitap. sonra bizim komutanlarımızdan biri geldi. isteyenler istemeyenler şeklinde sayım yapıldı. yarımızdan daha az kişi istedi kitabı. komutanımız hadi ama siz okumuş insanlarsınız deyince sanırım yarıya ulaştı ve paralar toplandı birkaç gün sonra da kitap geldi. ben okumamıştım. okumaya zaten hafta içi vakit yoktu. vakit bulduğumda anıları yazıyordum. bu mevzu da böyle işte.
önceki notların sonuncusu: müşteki
çaycının önündeyiz, çay bekliyoruz. her zamanki gibi bizim koğuştan birkaç arkadaş var. diğer kısa dönemlerden de birkaç kişi nasıl çıktı bilmiyorum ama müşteki kelimesi bir anda telaffuz ettim sanırım. benim yan yatağımda yatan ve emin olmadığı konularda bile tartışan, hatta beni basket oyununda egale etmeye çalışan işveren arkadaş(amma behsetmişim) müşteki ne demek canım gibi birşey söyledi. şikayetçi olan dedim. yani kelimeyi o manada kullanmıştım. şikayetçi olan demek değil canımlı bir cümle kurdu yine. kelimeleri kullanışı ve bakışları küçültücüydü. ama niyeti küçültmek değildi. sadece hayatı boyunca tüm sosyal ortamlarda ailesinin maddi manevi kredisiyle dominant bir yaşam yaşamıştı ve aynı baskınlığı askerde de sürdürmek istiyordu. bunun içindi bilip bilmeden girdiği tartışmaları. ben söylemimde ısrar etmiştim. bu sefer daha da ileri gitti ve yani çocukların yüzü hafifçe sıvazlanırya işteöyle sıvazladı suratımı. yani çocuksun demek istiyordu. aynı arkadaş birgün çamların dibinde 3-5 kişi otururken bize bir kitaptan alıntı
okumuştu. Abraham Linkol ün çocuğunun öğretmenine yazdığı mektuptan okudu. orada bir söz geçiyordu doğru bbildiğinde ısrar et gibi. acaba gerçekten her doğru
bildiğinde ısrar etmelimiydi ben bunu pek yapamazdım çünkü. ısrar etmedim. ordan bir arkadaşa sordum o da şikayet eden olması lazım dedi. bizim koğuşta bir edebiyatçı arkadaş var ona sorduk o da bilemedi. polşis bir arkadaş ise suç olaylarında ergen olmayan bir kişi ile ergen olmayan bir kişinin herhangi bir şikayete dayalı talebine denir gibi bir tanım yaptı. sonra aklıma geldi. hemen kütüphaneye gittim. sözlük ansiklopedi olan bir kitap buldum ve doğruca koğuşa getirdim. arkadaşa gösterdim tabi hiçbir şey diyemedi. bende onu küçümser gibi hareket ve sözler söylemeye çalıştım ama başarılı olamadım. hiç de olamamıştım zaten. bu mesele de böyle bitti. ama o günlerden beri süregelen bu alaycılık seçiyorum aynı arkadaşın bana karşı olan tavır ve sözlerinde. belki bir histeri bu, bilmiyorum.
eski notlar bitti. şimdi dünü anlatmalı anlatmalı aslında ama içtimaya az kaldı onun yerine ben başka bir hatıramdan bahsedeyim. askere gelmeden önce duyardım. elektrik mühendisine TV açma-kapama görevi, inşaat mühendislerine tuğla taşıma gibi görevler verildiğini güler geçerdim. bir ara bizim komutanlardan biri iyi masa tenisi bilen var mı dedi. birkaç kişi el kaldırdı. onları yanına çağırdı ve bir masa getirtti. eee onlar masayı iyi taşır diye düşündü herhalde.(!) masanın işi bitmişti. bu sefer bilardo oynayan var mı dedi. en az 10 el kalktı ama bir uğultuyla beraber eller hemen indi. millet uyanmıştı. yine masa taşınacaktı ama geç kalmışlardı. yine birkaç kişiyi .... ve masayı taşıttı komutan. ama şu var komutan bunları yaparken esprili bir yaklaşım sergiliyordu yani inandığı için yapmıyordu ve bizde eğleniyorduk. ama bazı komutanlar yaptığı saçmalıklara birde mantık yüklemeye çalışınca işte o zaman acayip bir durum ortaya çıkıyor. aaa! bak şimdi aklıma geldi. hani çok iyi ya diye başlayıp sonra anlatayım dediğim şeyi unutmayayım demiştim ya şimdi aklıma geldi. gerçi vakit kalmadı saat 7.30 oldu, içtima yakın. bu sefer unutmuyacak şekilde not alayım.
istirahatteyken istirahat et inşallah hatırlatıcı olur.
saat 10.53 şu an toplantı salonundayız. sinevizyonda savaşları anlatan bir belgesel var. (2.dünya, çanakkale falan) dar bi mekandayız herkese oturacak yer bile yok. bazıları ayakta izliyor saatlik belgeseli. ben köşede, kuytuda bir yer buldum. sol omzum pencerenin mermer pervazına yaslandığı için epey üşüdü burda, ona da çare buldum ve şapkamı mermerle arama koydum. şu an defteri gizlice çıkardım ve yazmaya çalışıyorum. komutanlar görmemeli. izlememe gibi bir şansınız yok. herşey emirle bugünün ilginç olayları var ama dünü nasıl ve ne zaman anlatcaz bilemiyorum. yine eğitim gördüğümüz bölgeye getirdiler ve kantinin oraya konuşlandırdılar. ayrılmak yok ama yapcak işde yok. bu arada biz de askeriyenin sınır duvarının yanına geldik ve dışardan geçen sivil hayata baktık. çok değil bizde 3 hafta önce onlar gibiydik ama şimdi öyle değiliz. oradan geçen bisikletli bir amcaya arkadaş simitçi var mı burada diye sordu. yok dedi gitti amca bende sanki simiti olsa gidip alcan dedim. amacı simitçi sormak değildi zaten. eğer yardımcı olmak isteyen biri olursa dışardan sipariş vermek. çünkü ne kantin açıktı ne de çay vardı. zaten iki gündür çay içemiyordum ve artık eskisi gibi de aramıyordum. (sabah kahvaltısında içtiğimi saymazsanız). biz bu arada gülüşürken amca döndü geldi. arkadaş amca karnımız aç, kahvaltı yapmadık(arkadaş yapmamıştı) şurdaki bakkaldan kek alabilir misiniz dedi. bir miktar para uzattık amcaya fakat amca bisikletten inmiyordu. oradan geçen biri elimizden aldı parayı ve amcaya verdi. amca 50m ilerdeki bakkala gitti. bisikletten zor indi ve zor yürüyordu. meğerse sakatmış epey amca. halbuki bisiklette çok sağlam görünüyordu. eşya işte insanın eksikliklerini kapatıyor. bir süre kaldı amca bakkalda sonra elince bir poşetle çıktı amca ve bisikletine binip yanımıza geldi. bir büyük bisküvi, 2 kek ve birde meyve suyu almıştı. halbuki biz amcaya unun yarısı kadar fiyatta para vermişttik. her halinden gariban olduğu anlaşılan bu amca cebinden para koymuştu. geri çeviremez veya yeni bir ücrette teklif edemezdik. insanımızın cömertliğine hakaret olurdu bu. ben kahvaltı yapmıştım ve aç değildim. arkadaş kekleri ve meyve suyunu aldı bende büyük boy bisküviyi açtım ve sıradan tanıdık tanımadık herkese dağıtmaya çalıştım. sonra 20mt ilerimizde de diğer asker arkadaşlar başka siparişler peşindeydi. bu arada film yani belgesel bitti. galiba gidicez. bitiriyorum şimdilik. bitmedi ya. yine başa mı aldılar anlamadım ki. veya sonu galiba kimse birşeyde demiyor ki. aha işte tekrar başladı. beyse yazmaya devam.
arkadaşların yanına gittim. ne siparişi veriyorlar acaba düşüncesiyle onlarda aynı bakkaldan başkaları aracılığıyla sipariş vermişlerdi. sonra ilerden hızla gelen bir simitçi gördük. simitçinin 15 simit ve 10 poğaçası vardı, saniyesinde bitti. ben alamamıştım. aslında amca bana verecekti 5 simit ama 20ytl yi görünce elimde bozuk yok deyip başkalarına yönelmişti. ama biz duvar kenarında yine bir duvar gibi diziliydik. başka yokmu sesleri yükseliyordu. amca 5dakikaya kadar getiririm deyip arabasını bıraktı ve koşa koşa gitti. 10dakika geçti fakat gelmedi amca. o sırada komutanlar bizi tekrar sıraya geçirdi ve toplantı salonuna getirdi işte hala buradayız. az önce verilen arada gittim simitçiden simit istediğimiz yere tabiki yerinde yoktu. oralarda ki bir asker amca gelip bizi göremeyince söve söve gittiğini söyledi. bizim kısa dönemlerden biriyse şöyle dedi. bize mi sövdü, komutanlara mı? bana garip geldi bu soru.
saat 22.41 birşeyler yazmak istiyorum ama ışıklarda söndü. defteri mavi floransa doğru yönelttim güç bela yazıyorum. yatakhanedeki beyaz floranslardan birinin dışını mavi boya ile boyamışlar ve mavi renkli bir gece lambası olmuş. şimdi yatağımdan kalktın ve gece lambasının tam altındaki boş yatağa konuşlandım. gayet güzel görünüyor. fakat fazla yazı yazamam herhalde çünkü yatmalıyım. yarın cuma ve büyük ihtimal devamlı yürücez.
önceki notları anlatmak gerek. hem bugün öğleden sonra da pek birşey olmadı. sadece banyoya gittik. o iğrenç banyoda yıkandım. ama öyle böyle değil hakkaten iğrenç. denetleme ayağıyla heryeri yalayıp yutturuyorlar ama neden bu banyolar bu halde. anlamadım. ya öyle sanır, gri falan değil resmen çoğu yer siyah. duvarlar ve perde yapış yapış. dokunmamak için binbir çaba gösterdim sağa sola. diğer banyolardan ise tuhaf tuhaf sesler geliyor. 10 dakikada 5 kere şampuanlanıp çıktım banyodan. en güzel kısmı da güneş, sonra dışarda güneşlemek. banyodan da sonra komutan istirahat verdi ama sadece yatakhanede bulunmak şartıyla. tuvalet yok, kantine gitmek yok. sadece yatakhane. denetleme var diye tüm çöp kovaları bile kaldırmışlar tüm tuvaletler kilitli. bu kadar asker ne yapıyor diye sorarsan bir ara banyoya birisi sıçmış diye banyolar iptal olmuştu. işte şimdi o sıçan adama hak verdim, zira tuvaletler kilitli millet ne yapsın. ben buraları denetleyen komutan olsaydım sorardım. bunca asker var, nereye çöp atıyor bunlar diye. en basitinden sorardım. ama eminim o da biliyordur durumları. herşeyin göstermelik olduğunu. saat 23.00 oldu. aldığım notları anlatmak yarına kaldı. tabi nasip olursa.
4. not diriliş miş.
sanırım 2.hafta eğitim alanındayken yüzbaşı rütbeli birisi geldi. yani buradaki bütün komutanlarımızdan rütbeliydi. biraz konuşma yaptı, hatta konuşmasında buradaki olayları sakın ailenize tanıdıklarınıza anlatmayın demişti.(bunu yazdığımı hatırlıyorum) sonra bir kitap var dedi. biz askeriye olarak herkesin okumasını istiyoruz. tüm komutanlarınız edindi sizinde almamınızı istiyoruz. burada vaktiniz çok. bolca okursunuz dedi. halbuki vakit kısıtlı. Turgut Özakman ın Diriliş kitabıydı bu kitap. sonra bizim komutanlarımızdan biri geldi. isteyenler istemeyenler şeklinde sayım yapıldı. yarımızdan daha az kişi istedi kitabı. komutanımız hadi ama siz okumuş insanlarsınız deyince sanırım yarıya ulaştı ve paralar toplandı birkaç gün sonra da kitap geldi. ben okumamıştım. okumaya zaten hafta içi vakit yoktu. vakit bulduğumda anıları yazıyordum. bu mevzu da böyle işte.
önceki notların sonuncusu: müşteki
çaycının önündeyiz, çay bekliyoruz. her zamanki gibi bizim koğuştan birkaç arkadaş var. diğer kısa dönemlerden de birkaç kişi nasıl çıktı bilmiyorum ama müşteki kelimesi bir anda telaffuz ettim sanırım. benim yan yatağımda yatan ve emin olmadığı konularda bile tartışan, hatta beni basket oyununda egale etmeye çalışan işveren arkadaş(amma behsetmişim) müşteki ne demek canım gibi birşey söyledi. şikayetçi olan dedim. yani kelimeyi o manada kullanmıştım. şikayetçi olan demek değil canımlı bir cümle kurdu yine. kelimeleri kullanışı ve bakışları küçültücüydü. ama niyeti küçültmek değildi. sadece hayatı boyunca tüm sosyal ortamlarda ailesinin maddi manevi kredisiyle dominant bir yaşam yaşamıştı ve aynı baskınlığı askerde de sürdürmek istiyordu. bunun içindi bilip bilmeden girdiği tartışmaları. ben söylemimde ısrar etmiştim. bu sefer daha da ileri gitti ve yani çocukların yüzü hafifçe sıvazlanırya işteöyle sıvazladı suratımı. yani çocuksun demek istiyordu. aynı arkadaş birgün çamların dibinde 3-5 kişi otururken bize bir kitaptan alıntı
okumuştu. Abraham Linkol ün çocuğunun öğretmenine yazdığı mektuptan okudu. orada bir söz geçiyordu doğru bbildiğinde ısrar et gibi. acaba gerçekten her doğru
bildiğinde ısrar etmelimiydi ben bunu pek yapamazdım çünkü. ısrar etmedim. ordan bir arkadaşa sordum o da şikayet eden olması lazım dedi. bizim koğuşta bir edebiyatçı arkadaş var ona sorduk o da bilemedi. polşis bir arkadaş ise suç olaylarında ergen olmayan bir kişi ile ergen olmayan bir kişinin herhangi bir şikayete dayalı talebine denir gibi bir tanım yaptı. sonra aklıma geldi. hemen kütüphaneye gittim. sözlük ansiklopedi olan bir kitap buldum ve doğruca koğuşa getirdim. arkadaşa gösterdim tabi hiçbir şey diyemedi. bende onu küçümser gibi hareket ve sözler söylemeye çalıştım ama başarılı olamadım. hiç de olamamıştım zaten. bu mesele de böyle bitti. ama o günlerden beri süregelen bu alaycılık seçiyorum aynı arkadaşın bana karşı olan tavır ve sözlerinde. belki bir histeri bu, bilmiyorum.
eski notlar bitti. şimdi dünü anlatmalı anlatmalı aslında ama içtimaya az kaldı onun yerine ben başka bir hatıramdan bahsedeyim. askere gelmeden önce duyardım. elektrik mühendisine TV açma-kapama görevi, inşaat mühendislerine tuğla taşıma gibi görevler verildiğini güler geçerdim. bir ara bizim komutanlardan biri iyi masa tenisi bilen var mı dedi. birkaç kişi el kaldırdı. onları yanına çağırdı ve bir masa getirtti. eee onlar masayı iyi taşır diye düşündü herhalde.(!) masanın işi bitmişti. bu sefer bilardo oynayan var mı dedi. en az 10 el kalktı ama bir uğultuyla beraber eller hemen indi. millet uyanmıştı. yine masa taşınacaktı ama geç kalmışlardı. yine birkaç kişiyi .... ve masayı taşıttı komutan. ama şu var komutan bunları yaparken esprili bir yaklaşım sergiliyordu yani inandığı için yapmıyordu ve bizde eğleniyorduk. ama bazı komutanlar yaptığı saçmalıklara birde mantık yüklemeye çalışınca işte o zaman acayip bir durum ortaya çıkıyor. aaa! bak şimdi aklıma geldi. hani çok iyi ya diye başlayıp sonra anlatayım dediğim şeyi unutmayayım demiştim ya şimdi aklıma geldi. gerçi vakit kalmadı saat 7.30 oldu, içtima yakın. bu sefer unutmuyacak şekilde not alayım.
istirahatteyken istirahat et inşallah hatırlatıcı olur.
saat 10.53 şu an toplantı salonundayız. sinevizyonda savaşları anlatan bir belgesel var. (2.dünya, çanakkale falan) dar bi mekandayız herkese oturacak yer bile yok. bazıları ayakta izliyor saatlik belgeseli. ben köşede, kuytuda bir yer buldum. sol omzum pencerenin mermer pervazına yaslandığı için epey üşüdü burda, ona da çare buldum ve şapkamı mermerle arama koydum. şu an defteri gizlice çıkardım ve yazmaya çalışıyorum. komutanlar görmemeli. izlememe gibi bir şansınız yok. herşey emirle bugünün ilginç olayları var ama dünü nasıl ve ne zaman anlatcaz bilemiyorum. yine eğitim gördüğümüz bölgeye getirdiler ve kantinin oraya konuşlandırdılar. ayrılmak yok ama yapcak işde yok. bu arada biz de askeriyenin sınır duvarının yanına geldik ve dışardan geçen sivil hayata baktık. çok değil bizde 3 hafta önce onlar gibiydik ama şimdi öyle değiliz. oradan geçen bisikletli bir amcaya arkadaş simitçi var mı burada diye sordu. yok dedi gitti amca bende sanki simiti olsa gidip alcan dedim. amacı simitçi sormak değildi zaten. eğer yardımcı olmak isteyen biri olursa dışardan sipariş vermek. çünkü ne kantin açıktı ne de çay vardı. zaten iki gündür çay içemiyordum ve artık eskisi gibi de aramıyordum. (sabah kahvaltısında içtiğimi saymazsanız). biz bu arada gülüşürken amca döndü geldi. arkadaş amca karnımız aç, kahvaltı yapmadık(arkadaş yapmamıştı) şurdaki bakkaldan kek alabilir misiniz dedi. bir miktar para uzattık amcaya fakat amca bisikletten inmiyordu. oradan geçen biri elimizden aldı parayı ve amcaya verdi. amca 50m ilerdeki bakkala gitti. bisikletten zor indi ve zor yürüyordu. meğerse sakatmış epey amca. halbuki bisiklette çok sağlam görünüyordu. eşya işte insanın eksikliklerini kapatıyor. bir süre kaldı amca bakkalda sonra elince bir poşetle çıktı amca ve bisikletine binip yanımıza geldi. bir büyük bisküvi, 2 kek ve birde meyve suyu almıştı. halbuki biz amcaya unun yarısı kadar fiyatta para vermişttik. her halinden gariban olduğu anlaşılan bu amca cebinden para koymuştu. geri çeviremez veya yeni bir ücrette teklif edemezdik. insanımızın cömertliğine hakaret olurdu bu. ben kahvaltı yapmıştım ve aç değildim. arkadaş kekleri ve meyve suyunu aldı bende büyük boy bisküviyi açtım ve sıradan tanıdık tanımadık herkese dağıtmaya çalıştım. sonra 20mt ilerimizde de diğer asker arkadaşlar başka siparişler peşindeydi. bu arada film yani belgesel bitti. galiba gidicez. bitiriyorum şimdilik. bitmedi ya. yine başa mı aldılar anlamadım ki. veya sonu galiba kimse birşeyde demiyor ki. aha işte tekrar başladı. beyse yazmaya devam.
arkadaşların yanına gittim. ne siparişi veriyorlar acaba düşüncesiyle onlarda aynı bakkaldan başkaları aracılığıyla sipariş vermişlerdi. sonra ilerden hızla gelen bir simitçi gördük. simitçinin 15 simit ve 10 poğaçası vardı, saniyesinde bitti. ben alamamıştım. aslında amca bana verecekti 5 simit ama 20ytl yi görünce elimde bozuk yok deyip başkalarına yönelmişti. ama biz duvar kenarında yine bir duvar gibi diziliydik. başka yokmu sesleri yükseliyordu. amca 5dakikaya kadar getiririm deyip arabasını bıraktı ve koşa koşa gitti. 10dakika geçti fakat gelmedi amca. o sırada komutanlar bizi tekrar sıraya geçirdi ve toplantı salonuna getirdi işte hala buradayız. az önce verilen arada gittim simitçiden simit istediğimiz yere tabiki yerinde yoktu. oralarda ki bir asker amca gelip bizi göremeyince söve söve gittiğini söyledi. bizim kısa dönemlerden biriyse şöyle dedi. bize mi sövdü, komutanlara mı? bana garip geldi bu soru.
saat 22.41 birşeyler yazmak istiyorum ama ışıklarda söndü. defteri mavi floransa doğru yönelttim güç bela yazıyorum. yatakhanedeki beyaz floranslardan birinin dışını mavi boya ile boyamışlar ve mavi renkli bir gece lambası olmuş. şimdi yatağımdan kalktın ve gece lambasının tam altındaki boş yatağa konuşlandım. gayet güzel görünüyor. fakat fazla yazı yazamam herhalde çünkü yatmalıyım. yarın cuma ve büyük ihtimal devamlı yürücez.
önceki notları anlatmak gerek. hem bugün öğleden sonra da pek birşey olmadı. sadece banyoya gittik. o iğrenç banyoda yıkandım. ama öyle böyle değil hakkaten iğrenç. denetleme ayağıyla heryeri yalayıp yutturuyorlar ama neden bu banyolar bu halde. anlamadım. ya öyle sanır, gri falan değil resmen çoğu yer siyah. duvarlar ve perde yapış yapış. dokunmamak için binbir çaba gösterdim sağa sola. diğer banyolardan ise tuhaf tuhaf sesler geliyor. 10 dakikada 5 kere şampuanlanıp çıktım banyodan. en güzel kısmı da güneş, sonra dışarda güneşlemek. banyodan da sonra komutan istirahat verdi ama sadece yatakhanede bulunmak şartıyla. tuvalet yok, kantine gitmek yok. sadece yatakhane. denetleme var diye tüm çöp kovaları bile kaldırmışlar tüm tuvaletler kilitli. bu kadar asker ne yapıyor diye sorarsan bir ara banyoya birisi sıçmış diye banyolar iptal olmuştu. işte şimdi o sıçan adama hak verdim, zira tuvaletler kilitli millet ne yapsın. ben buraları denetleyen komutan olsaydım sorardım. bunca asker var, nereye çöp atıyor bunlar diye. en basitinden sorardım. ama eminim o da biliyordur durumları. herşeyin göstermelik olduğunu. saat 23.00 oldu. aldığım notları anlatmak yarına kaldı. tabi nasip olursa.
30.04.2008
ulen ne oldu acaba bak unuttum şimdi. vakitte bulamadım ya da fırsat diyeyim yazamadım işte. hatırlamıyorum bak. hayal mayal. sabah nasıl oluyor, akşam nasıl geliyor anlamıyorum. ama bugün felaketti. epey bir olay oldu. unutmadan yeni notlar alayım.
arızalı silah
lokman
atış talimi
ilk dayak
arabalı seyahat
yemek öncesi içtima
23.08 önceki maddeleri de eklersek epey çok olmuş. böyle olması kötü oldu. hem olayların sıcaklığını hissedemiyorum. hemde bitirme kaygısı motivasyonumu olumsuz etkiliyor. ama bugün başkaydı hakkaten. şimdi 23.00-24.00 nöbetçisiyim ve biraz vaktim var. yazmak istiyorum.koğuştan kullanılmayan bir battaniye aldım kapının yanına serdim. üzerine bağdaş kurdum ayaklarımın altına da terliklerimi koydum. battaniye küçük ve soğuk almamak için fazla da açmadım. kulağımda mp3 çaların kulaklığı düş sokağı çalıyor. beni başka alemlere götüren şarkılar. ilk nottan başlıyom.
sigara
askerden önce arkadaşlar arasında söylerdeim. hayatta yapmadığım 3 şeyi askerde yapıcam. posta okucam, Kral seyredicem ve sigara içicem. hayatım boyunca bu üç unsurdan azat yaşadım. fakat bunların askerde bolca yapıldığını duyunca bende bu yönde meyilleneceğimi düşünerek bu sözü söylemiştim. evet posta okumaya başladım. genelde heryerde o gazete var çünkü. kral seyretmiyorum. erbaş gazinosunda TV var fakat sivilde de TV ile pek bir bağlantım olmadığı için pek aramıyorum. hatta takip ettiğim birkaç diziyi bile internetten izliyordum. gelelim sigaraya. burada neredeyse herkes içiyor bu mereti. içmeyende çok tabi. içmeyip ilk gün başlayan bile var. ben bir türlü içemedim ilk haftalarda. hem paket taşımıyordum, hem de içmesini bilmiyordum. ama özendirici yanı epey ağır. 20 yaşında asker olan arkadaşları çoğu bu nedenle başlıyor. bir de özendirici gelen, üzeri kamuflajlı bir şekilde ağaçlı veya çimenli yerlerde arkadaşlarla yapılan çember oturuşlarda botları ileri uzatıp bir cigara yakmak ve gözler yere bakarken atmak sigaranın içinden gelen dumanlı nefesi. sonra başı oynatmadan gözleri yukarı kaldırmak ve itmek içindeki dumanı çeşitli ağız hareketleriyle dışarı. dumana boğmak tüm bir çemberi. sırf bu durumda grubu bozmamak için sigara içilir demek elbet züğürt tesellisi. fakat bu yaşıma rağmen özenmedim değil. hem özendim hem merak ettim. askerliğin benden hayatımda çektiğim fırtları toplayan bir sigara değil yarım sigaralık etmezdi. bu yüzden merak ettim. ilk sigaramı ne zaman içtim bilmiyorum. sanırım kantinin oradaki ağaçların altındaki aydınlatılmamış köhne yerdeydi. bitirdim mi bilmiyorum ama bugün içtiğimde 5 tek sigara oldu ve hala hiçbir şey anlamadığım bir tanı var ağzımda. zaman çabuk geçiyor 23.30 olmuş ve henüz bir madde anlatabildim.
düşündüm de yazdıklarımda hala cesur değilim . hala anlatamadıklarım veya anlatamıyacak olupta anlamaya çalıştıklarım. mesela ondan bahsetmedim hiç onu ne kadar düşündüğümden sebepsiz aklıma gelişlerinden. eni topu iki kez konuşmuşken sanki kulaklarımda çınlayan sözlerinden. otobüse binip de hemen zula bir köşeye konuşlanıverişinin neden gözümün önünden gitmediğinden bahsedememiştim. o küçük minicik ayakkabıları ve ellerinden. onu ne kadar aramak isteyip de aramanın imkansızlığını bir türlü hazmedememişliğimden. ben aşık olacak yaşı geçtim deyip de bin pişman oluşumdan bahis açmadım. bunlar hiç gitmezken aklımdan sanki aklımda yer eden günlük işlermiş gibi bahsettim durdum saçma sapan şeylerden. neyse moda girmişim şimdi çıkıp eski moduma giriyorum.
f tipi
buranın yemekhanesinde bir uzun dönem ve aynı devre kaybı bir arkadaşla tanıştım. konuşma, hareket ve tavırlarından diğer askerlere benzemediği aşikardı. bize seviyeli davranıyor ve sıça muhabbet ediyordu. muhabbet muhabbeti açtı tabi sağ-sol davasının sol tarafında yer alırken F tipi cezaevine düşmüş. 5 yıl yatmış hapiste. tek kişilik ve 3 kişilik koğuşlarda. bedeninin hapsolduğundan fakat ruhunun oldukça özgür olduğunu söyledi. doğru söylediği her halinden belliydi. burada bile aynı durum onun için geçerliydi. çünkü o hala mefkuresinin insanıydı ve askerliği bitince davasına devam edeceğinden bahsetti. bir filmde bir replik geçiyordu. bir yerde hapsedilmekle, kapalı olmak arasında epey fark vardı. sanırım mevzusu banka soygunu olan bir filmdi. F tipi günlerinden bahsetmesini istedik. belli bir programımız vardı dedi. birbirlerini sesleriyle haberdar ediyorlardı ve sabah 6 da başlayarak, spor, düşünme, yazma, okuma gibi çeşitli aktivitelerle vakit geçiriyorlardı. dergi çıkarmışlar hatta bir ara felsefe okumuş hapiste. şimdi askerde yemek kapları taşıyor, yemek dağıtıyor ve servis açıyor. hayat daha neler gösterecek demek geldi içimden.
geçenlerde biri raket top ayarladı masa tenisi oynadık. epey de iyi oynuyor. 21-19 kazandı maçı. bizim revirci arkadaş da vardı hatta yanımızda.
futbol
bu notu neden yazdığımı hatırlamıyorum. asta askerlerle maç yapmıştık onun için sanki ilk top oynayışım gibi anlatacaktım fakat sonra aklıma geldi ki daha önce maç yapmıştım. hatta yazdım diye hatırlıyorum ama yine de usta askerlerle oynadığımız maçtan kısaca bahsetmeli. 3-5 usta asker yani tezkere almasına az kalmış asker aralarında şut falan çekiyorlar.(10 dakika kaldı nöbetin bitmesine) medeni cesaret gösterdik ve birkaç kişi gittik yanına bizde oynayalım dedik. biraz güldük sonra geç bakalım kaleye dediler. oynayalım mı diye soran arkadaş tabi bizde otomatik olarak oyuna dahil olmuş sayıldık. ben hemen köşe kenara geçtim ve verin topu orta açayım dedim. bir iki şut attıktan sonra topu verdiler. bende ortalar falan açmaya başladım. tabi bu askerler bizim kısa dönem olduğumuzu da biliyorlar. bu mevzu tuhaf hakkaten 3000 askerin olduğu bölükteyiz ve daha ben bile kısa dönemleri tanımazken diğer askerler tanıyor. hadi biz yeni geldik şey şey dolaşıyoz desek yeni gelen başka askerler de var ki. hadi maç kuralım derken 4 e 4 tek kale maç kurduk. kalede de onların arkadaşı var 1,2,3, derken biz 6-1 önce geçtik. bunlar böyle olunca ulen poşetlere bak falan demeye başladılar. poşet kelimesi yeni askerler için söylenir ve biraz hakaret içerikli bir söylemdir. yani başta arkadaş muhabbeti çekiyorlardı ama sonra poşete sardılar neden. çünkü yenilgi değişik yerlerden telafi edilme duygusunu ve beraberinde getirdiği için herhalde. keşke tarihten buna örnek verebilseydim. neyse nöbetim bitti. gideyim arkadaşı kaldırıp yatayım.
arızalı silah
lokman
atış talimi
ilk dayak
arabalı seyahat
yemek öncesi içtima
23.08 önceki maddeleri de eklersek epey çok olmuş. böyle olması kötü oldu. hem olayların sıcaklığını hissedemiyorum. hemde bitirme kaygısı motivasyonumu olumsuz etkiliyor. ama bugün başkaydı hakkaten. şimdi 23.00-24.00 nöbetçisiyim ve biraz vaktim var. yazmak istiyorum.koğuştan kullanılmayan bir battaniye aldım kapının yanına serdim. üzerine bağdaş kurdum ayaklarımın altına da terliklerimi koydum. battaniye küçük ve soğuk almamak için fazla da açmadım. kulağımda mp3 çaların kulaklığı düş sokağı çalıyor. beni başka alemlere götüren şarkılar. ilk nottan başlıyom.
sigara
askerden önce arkadaşlar arasında söylerdeim. hayatta yapmadığım 3 şeyi askerde yapıcam. posta okucam, Kral seyredicem ve sigara içicem. hayatım boyunca bu üç unsurdan azat yaşadım. fakat bunların askerde bolca yapıldığını duyunca bende bu yönde meyilleneceğimi düşünerek bu sözü söylemiştim. evet posta okumaya başladım. genelde heryerde o gazete var çünkü. kral seyretmiyorum. erbaş gazinosunda TV var fakat sivilde de TV ile pek bir bağlantım olmadığı için pek aramıyorum. hatta takip ettiğim birkaç diziyi bile internetten izliyordum. gelelim sigaraya. burada neredeyse herkes içiyor bu mereti. içmeyende çok tabi. içmeyip ilk gün başlayan bile var. ben bir türlü içemedim ilk haftalarda. hem paket taşımıyordum, hem de içmesini bilmiyordum. ama özendirici yanı epey ağır. 20 yaşında asker olan arkadaşları çoğu bu nedenle başlıyor. bir de özendirici gelen, üzeri kamuflajlı bir şekilde ağaçlı veya çimenli yerlerde arkadaşlarla yapılan çember oturuşlarda botları ileri uzatıp bir cigara yakmak ve gözler yere bakarken atmak sigaranın içinden gelen dumanlı nefesi. sonra başı oynatmadan gözleri yukarı kaldırmak ve itmek içindeki dumanı çeşitli ağız hareketleriyle dışarı. dumana boğmak tüm bir çemberi. sırf bu durumda grubu bozmamak için sigara içilir demek elbet züğürt tesellisi. fakat bu yaşıma rağmen özenmedim değil. hem özendim hem merak ettim. askerliğin benden hayatımda çektiğim fırtları toplayan bir sigara değil yarım sigaralık etmezdi. bu yüzden merak ettim. ilk sigaramı ne zaman içtim bilmiyorum. sanırım kantinin oradaki ağaçların altındaki aydınlatılmamış köhne yerdeydi. bitirdim mi bilmiyorum ama bugün içtiğimde 5 tek sigara oldu ve hala hiçbir şey anlamadığım bir tanı var ağzımda. zaman çabuk geçiyor 23.30 olmuş ve henüz bir madde anlatabildim.
düşündüm de yazdıklarımda hala cesur değilim . hala anlatamadıklarım veya anlatamıyacak olupta anlamaya çalıştıklarım. mesela ondan bahsetmedim hiç onu ne kadar düşündüğümden sebepsiz aklıma gelişlerinden. eni topu iki kez konuşmuşken sanki kulaklarımda çınlayan sözlerinden. otobüse binip de hemen zula bir köşeye konuşlanıverişinin neden gözümün önünden gitmediğinden bahsedememiştim. o küçük minicik ayakkabıları ve ellerinden. onu ne kadar aramak isteyip de aramanın imkansızlığını bir türlü hazmedememişliğimden. ben aşık olacak yaşı geçtim deyip de bin pişman oluşumdan bahis açmadım. bunlar hiç gitmezken aklımdan sanki aklımda yer eden günlük işlermiş gibi bahsettim durdum saçma sapan şeylerden. neyse moda girmişim şimdi çıkıp eski moduma giriyorum.
f tipi
buranın yemekhanesinde bir uzun dönem ve aynı devre kaybı bir arkadaşla tanıştım. konuşma, hareket ve tavırlarından diğer askerlere benzemediği aşikardı. bize seviyeli davranıyor ve sıça muhabbet ediyordu. muhabbet muhabbeti açtı tabi sağ-sol davasının sol tarafında yer alırken F tipi cezaevine düşmüş. 5 yıl yatmış hapiste. tek kişilik ve 3 kişilik koğuşlarda. bedeninin hapsolduğundan fakat ruhunun oldukça özgür olduğunu söyledi. doğru söylediği her halinden belliydi. burada bile aynı durum onun için geçerliydi. çünkü o hala mefkuresinin insanıydı ve askerliği bitince davasına devam edeceğinden bahsetti. bir filmde bir replik geçiyordu. bir yerde hapsedilmekle, kapalı olmak arasında epey fark vardı. sanırım mevzusu banka soygunu olan bir filmdi. F tipi günlerinden bahsetmesini istedik. belli bir programımız vardı dedi. birbirlerini sesleriyle haberdar ediyorlardı ve sabah 6 da başlayarak, spor, düşünme, yazma, okuma gibi çeşitli aktivitelerle vakit geçiriyorlardı. dergi çıkarmışlar hatta bir ara felsefe okumuş hapiste. şimdi askerde yemek kapları taşıyor, yemek dağıtıyor ve servis açıyor. hayat daha neler gösterecek demek geldi içimden.
geçenlerde biri raket top ayarladı masa tenisi oynadık. epey de iyi oynuyor. 21-19 kazandı maçı. bizim revirci arkadaş da vardı hatta yanımızda.
futbol
bu notu neden yazdığımı hatırlamıyorum. asta askerlerle maç yapmıştık onun için sanki ilk top oynayışım gibi anlatacaktım fakat sonra aklıma geldi ki daha önce maç yapmıştım. hatta yazdım diye hatırlıyorum ama yine de usta askerlerle oynadığımız maçtan kısaca bahsetmeli. 3-5 usta asker yani tezkere almasına az kalmış asker aralarında şut falan çekiyorlar.(10 dakika kaldı nöbetin bitmesine) medeni cesaret gösterdik ve birkaç kişi gittik yanına bizde oynayalım dedik. biraz güldük sonra geç bakalım kaleye dediler. oynayalım mı diye soran arkadaş tabi bizde otomatik olarak oyuna dahil olmuş sayıldık. ben hemen köşe kenara geçtim ve verin topu orta açayım dedim. bir iki şut attıktan sonra topu verdiler. bende ortalar falan açmaya başladım. tabi bu askerler bizim kısa dönem olduğumuzu da biliyorlar. bu mevzu tuhaf hakkaten 3000 askerin olduğu bölükteyiz ve daha ben bile kısa dönemleri tanımazken diğer askerler tanıyor. hadi biz yeni geldik şey şey dolaşıyoz desek yeni gelen başka askerler de var ki. hadi maç kuralım derken 4 e 4 tek kale maç kurduk. kalede de onların arkadaşı var 1,2,3, derken biz 6-1 önce geçtik. bunlar böyle olunca ulen poşetlere bak falan demeye başladılar. poşet kelimesi yeni askerler için söylenir ve biraz hakaret içerikli bir söylemdir. yani başta arkadaş muhabbeti çekiyorlardı ama sonra poşete sardılar neden. çünkü yenilgi değişik yerlerden telafi edilme duygusunu ve beraberinde getirdiği için herhalde. keşke tarihten buna örnek verebilseydim. neyse nöbetim bitti. gideyim arkadaşı kaldırıp yatayım.
29.04.2008
saat 16.43 meselellerde birikti zamanda kısıtlı. günlük iki saat yazmalı ki anca yetiştiririz ama yazamıyorum. şu an itdurmaz diye tabir edilen eğitim alanındayız. kapalı anfide oturuyoruz saat 14.30 dan beri buradayız ve başka birşey yapmadık. niçin geldik bilmiyoruz. galiba planda birşey yok ama yemek zamanına kadar bizi bekletiyorlar. az önce komutan epey uzun bir fırça kaydı. neler mi söyledi derseniz. aslında pek birşey söylemedi. tuhaf bir mantalite var. söylediklerinin iler-tutar yanını bulmak oldukça zor. sabahtan şu ana kadar da anlaşılması gereken yeni şeyler birikti. fakat daha önceki aldığım notları bile bitiremedim. hem eski notlara eklenmesi gereken yeni şeylerde geldi aklıma. hepsini ne zaman nasıl anlatacağımı bilemiyorum. aslında hafta sonları epey vaktimiz oluyor. önmüzdeki hafta sonuna mı bıraksam yazma istediklerimi diye düşünüyorum. ben en iyisi biraz bugünden bahsedeyim. bu sabahta kahvaltıya gitmedim. 5.30 da uyandım ama kahvaltıda verilen peşin şekerli teneke bardaklı ... çayını içmek imkansız olduğu için gitmek istemedim sonra tekrar uyumuşum ki 6.15 de komutan geldi. bu komutan kısa dönemlerin en çok sevdiği komutanlardan biri. namı da nombacı niye böyle dediklerini bilmiyorum. koğuş kalk diye sert bir bağırış yaptı. hemen doğruldum yataktan. bana tıpkı filmlerdeki gibi geldi. söyler söylemez doğruluşum. tabi bana böyle geldi. komutana sorsak belki ne der. gıcık bir komutan var, beni kavga ettirmeyin dedi komutan. hemen kalktık, giyindik derken saat 7.00 oldu. bu arada bizim kattaki tuvaletlerde de tadilat varmış, kapanmış. yani benim banyomda kapandı. halbuki alışmıştım. şimdi yeni bir yer bulmka lazım. neyse karın aç tabi zulada bisküvi de bitmiş. kantine gideyim dedim. baktım poğaça gelmiş. fakat vermiyorlar, sayım varmış. yani önce sayacaklar sonra satacaklar. saat 7.25 oldu. anca alabildim. tam 10 tane aldım poğaça, çünkü epey kahvaltı yapmayan var. iki tanesini yiyebildim, gerisini arkadaşlara dağıttım, tabi bazıları bir poğaçayı da 3e böldü. manga sırasında benim iki önümde olan bir arkadaş var o da poğaçayı bu kadar özliyeceğim aklıma gelmemişti deyip bir küfür savurdu. hakkaten doğru söylüyordu. sivil hayatta lokum gibi poğaça satan dükkanlar arasından tercih yapar dururduk fakat şimdi ekmek gibi poğaçayı bile ölmüş gibi yiyoruz. hayat bize zamanla değersiz şeylerin bile aslında değerli olabileceğini öğretiyor. mesela sadece ulaşabilirlik. ulaşamadığın adi şeyler değerli ulaştığın kaliteli şeyler de değersiz geliyor. hayat işte.
bugün yine beni fırçalayan komutan var. komutan dediysek iki kazıklı uzman çavuş. sonuçta komutan tabi ki. biraz arayı düzelttik diye düşünüyordum ama bugün yine takıldık herhalde. neyse anlatırım. biraz sıklıdım bu arada. millet de anfiden çıktı yavaş yavaş anfinin önünde gezinti yapıyor. bende gezicem biraz.
18.17 çok iyi ya epey güldüm bak şimdi. hemende not aldım, unutmayayım diye. bugün itdurmaz da olan bir hadise hakkında. ama şimdi vakit yok. sonra anlatıcam.
bugün yine beni fırçalayan komutan var. komutan dediysek iki kazıklı uzman çavuş. sonuçta komutan tabi ki. biraz arayı düzelttik diye düşünüyordum ama bugün yine takıldık herhalde. neyse anlatırım. biraz sıklıdım bu arada. millet de anfiden çıktı yavaş yavaş anfinin önünde gezinti yapıyor. bende gezicem biraz.
18.17 çok iyi ya epey güldüm bak şimdi. hemende not aldım, unutmayayım diye. bugün itdurmaz da olan bir hadise hakkında. ama şimdi vakit yok. sonra anlatıcam.
28.04.2008
karadır kaşları kara
sineme açtın yara
beni dünyada avara
eden bin beter olsun
bu şarkıyı ilk kez Balıkesirden Antalyaya giderken arabada dinlemiştim. şimdi de dinliyorum. nasıl mı. mp3 çalarım sonunda elime geçti. tabi telefonda. saat 13.15 hemen açtım ilk önce Murak Kekilinin ağzından bu şarkı çıktı. Memleketten gelirken güzel parçalar yüklemiştim. lazım olur zannıyla. dün yarım kalan basket olayına devam edicem fakat şimdi biraz bundan bahsetmek istiyorum. şimdi de başka bir şarkı çalıyor. müzik ne güzel bir şeymiş yeni mi anlıyorum bilmiyorum ama şu an epey iyi anlıyorum.
bana durup durup gel deme
maksatın beni görmek değil bana istanbulu göstermek.
bırak istanbul düşlerimde kalsın.
beyoğlu ben olmasamda aydınlıktır.
bana durup durup gel deme
yolların bana aşktır artık
bu şarkıyı da belki 10 kere dinlemişimdir ama şimdi daha farklı birşey anlıyorum. ya şair istanbula gitmek istemiyor değilde ya gidemiyorsa. yani tutsak ya da rehin ya da alıkonmuş ise. ya benim gibiyse. ya da mahrum bırakılmış tüm insanlar gibiyse, birazdan yine içtima var saat 2 de. yapmam gereken bazı hazırlıklar var.
sigara
f tipi
baskete devam
basket hikayesine devam edelim fakat olay dünkü sıcaklığını taşımıyor tabi ki. yine de aklımda kaldığı kadarıyla devam edelim. yan ranzamda yatan arkadaşım şimdi bu oyun için beni çizmeye çalışıyordu. neymiş. güzel bir maç olsun diye. peki güzel bir maç nasıl yapılır. güzel oyuncularla. peki güzel oyuncu nasıl olunur. oynaya oynaya mı? peki oynaya oynaya güzel oyuncu olunursa ve güzel oyuncu olmadan da oynanamıyorsa nasıl güzel oyuncu olunacak? cevap basit benim sahada yaptığım gibi yüzsüzlük yapıp ayak direterek. normal hayatımda bu durumlarda hiç ayak direttiğimi bilmem fakat bugün başkaydı ve cevap olarak böyle şey olmaz ya deyip tepki verdim. hala takımlar ayarlanma noktasındaydı. bu yemi yemeyince yeni birşey denediler beni egale etmek için değişmeli oynayalım dediler. sen biraz bekle falan gibi, arkadaş çıkar sen girersin dediler. daha fazla yüzsüzlük yapamazdım fakat oyunda da onurumla ayrılmak istiyordum. 5 dakika sonra çıkarım dedim. oyuna 5 dakika daha devam ettim ve fazla uzatmadan ben çıkıyorum deyip çıktım. aslında buna onurdan çok gurur demek daha mantıklı. çünkü çıkarılmayı hazmedemedim ve sanki kendi isteğimle çıkıyormu gibi kısa bir süre belirleyip o zaman çıktım. halbuki oyun benim harcım değildi. onlar benim 2 katım daha iyi oynuyordu ve benim kendi ayarımdakilerle oynamam daha mantıklı olurdu. hani söze annemi her fırsatta aramalıydım diye devam ediyordum ya. baskette çıkar çıkmaz klübeye gittim ve aradım. bu sefer açtı annem telefonu. biraz nefes nefesseydim. basket falan oynadık arkadaşlarla dedim. zavallı anacağım şimdi beni potalardan seken arkadaşlarımın arasında süper basketçi olarak bilinen bir asker sanmıştır. ama sonuçta o kadar asker içinden ben oynamıştım. bu bile gururuma yağ sürüyordu. ya siz basket de mi oynuyorsunuz? dedi, futbol, masa tenisi herşey oynuyoruz dedim. doğruydu hepsini oynamıştık. fakat hepsini birrer kere oynamıştım. bak şimdi futbol oyunumu anlatmamıştım herhalde notlarımı alayım da anlatayım.
sigara
f tipi
futbol
saat 21.23 akşam bir komutan çocuğuna derse gitti. yarım saat önce gelebildim. hazırlıklar falan derken anca yatağa girdim. mp3 çaları da kulağıma taktım. uzandığım yerden yazmaya çalışıyorum. aslında yazmak istediğim ve yazılması gerektiğini düşündüğüm çok şey olmasına rağmen pek vaktim yok. vaktin yanında deşifre de etmek istemediğim için şahısları es geçiyoz.
bu arada mp3 playerimin pili bitti şimdi onu değiştidim kaldı bir pil. şahısları es geçiyoz dedim ya aslında şahıslar üzerine birşeyler yazmak istesen belki onlarca kitap çıkar bizim koğuştan veya her koğuştan. çünkü askerlik insanı o kadar değiştiriyor ki bunu asla anlayamıyorsun ama başkaları anlayabiliyor. çok kibar şehir çocukları bile iki hafta içinde sağa sola sesli gaz atacak hale geldi. birbirlerinin üzerine çullanma hadisesi de yakındır veya yapılıyordu diye düşünüyorum. mesela benim karşı çaprazımda yatan operacı bir arkadaş var elindeki diriliş adlı kitabı okuyor. daha doğrusu okumaya çalışıyor. az ilerdeki yatakların üzerinde de her zamanki gibi 3-5 kişi ekonomik mevzulardan tartışıyorlar. herhalde sesin tonu biraz fazla gelmiş olacak ki arkadaş başını kitabından kaldırdı ve öyle bir baktıki o kalabalığa. korku, endişe ve üzüntü öyle bir gömülüyorduki suratında gözleri ve dudak bunu çok açıkça gösteriyordu. bu tartışmalar çok oluyor bizim yatakhanede. benim karşı yatağımda yatan arkadaş kendisi bir işveren olduğu için her zaman çoğu işçi olan bizim yatakhanede tartışma çıkıyor. işveren arkadaş da tüm tartışmalara hiç altta kalmaya dayanamadan katılıyor. her ne söylersen söyle hatta kesin deliller ortaya koysanda varsayımlarına daha itimat ediyor. gerçekten çok acı, hiç öğrenmeye açık değil. halbuki öğrenmenin ilk şartı bilmediğine inanmaktır. bildiğini zannedene kim ne anlatabilir. bu arada bu işveren arkadaş beni baskette egale etmeye çalışan samimi olduğumu söylediğim arkadaşla aynı kişi. acaba yukardaki sözleri bazı kalbi kırıklarla mı söyledim bilmiyorum ama gerçekten onu bu yönüyle çok eksik görüyorum. bak yine abiduk gubidik mevzulardan bahsederken anlatmak istediğim şeyleri anlatamadım. anlatamadığım gibi yeni bir madde de eklendi
diriliş
şimdi kafamı kaldırdım ve sağa sola baktım. kitap okuyan arkadaş boş bakışlarla sağa sola bakıyordu. birde derin derin öksürüyordu. yanımdaki polis arkadaş bulmaca çözüyordu. köşedeki battaniye altında telefon ile görüşüyor. ilerdekiler de başka mevzular konuşuyorlardı. acayip uykum geldi. maddeleri tekrar not edip yatmayı düşünüyorum. saat 21.47 vaybe sivil hayatteyken biri bana bir gün gelicek 21.47 de yatıcaksın dese acaba ne zaman derdim herhalde.
sigara
f tipi
futbol
diriliş
müşteki
sineme açtın yara
beni dünyada avara
eden bin beter olsun
bu şarkıyı ilk kez Balıkesirden Antalyaya giderken arabada dinlemiştim. şimdi de dinliyorum. nasıl mı. mp3 çalarım sonunda elime geçti. tabi telefonda. saat 13.15 hemen açtım ilk önce Murak Kekilinin ağzından bu şarkı çıktı. Memleketten gelirken güzel parçalar yüklemiştim. lazım olur zannıyla. dün yarım kalan basket olayına devam edicem fakat şimdi biraz bundan bahsetmek istiyorum. şimdi de başka bir şarkı çalıyor. müzik ne güzel bir şeymiş yeni mi anlıyorum bilmiyorum ama şu an epey iyi anlıyorum.
bana durup durup gel deme
maksatın beni görmek değil bana istanbulu göstermek.
bırak istanbul düşlerimde kalsın.
beyoğlu ben olmasamda aydınlıktır.
bana durup durup gel deme
yolların bana aşktır artık
bu şarkıyı da belki 10 kere dinlemişimdir ama şimdi daha farklı birşey anlıyorum. ya şair istanbula gitmek istemiyor değilde ya gidemiyorsa. yani tutsak ya da rehin ya da alıkonmuş ise. ya benim gibiyse. ya da mahrum bırakılmış tüm insanlar gibiyse, birazdan yine içtima var saat 2 de. yapmam gereken bazı hazırlıklar var.
sigara
f tipi
baskete devam
basket hikayesine devam edelim fakat olay dünkü sıcaklığını taşımıyor tabi ki. yine de aklımda kaldığı kadarıyla devam edelim. yan ranzamda yatan arkadaşım şimdi bu oyun için beni çizmeye çalışıyordu. neymiş. güzel bir maç olsun diye. peki güzel bir maç nasıl yapılır. güzel oyuncularla. peki güzel oyuncu nasıl olunur. oynaya oynaya mı? peki oynaya oynaya güzel oyuncu olunursa ve güzel oyuncu olmadan da oynanamıyorsa nasıl güzel oyuncu olunacak? cevap basit benim sahada yaptığım gibi yüzsüzlük yapıp ayak direterek. normal hayatımda bu durumlarda hiç ayak direttiğimi bilmem fakat bugün başkaydı ve cevap olarak böyle şey olmaz ya deyip tepki verdim. hala takımlar ayarlanma noktasındaydı. bu yemi yemeyince yeni birşey denediler beni egale etmek için değişmeli oynayalım dediler. sen biraz bekle falan gibi, arkadaş çıkar sen girersin dediler. daha fazla yüzsüzlük yapamazdım fakat oyunda da onurumla ayrılmak istiyordum. 5 dakika sonra çıkarım dedim. oyuna 5 dakika daha devam ettim ve fazla uzatmadan ben çıkıyorum deyip çıktım. aslında buna onurdan çok gurur demek daha mantıklı. çünkü çıkarılmayı hazmedemedim ve sanki kendi isteğimle çıkıyormu gibi kısa bir süre belirleyip o zaman çıktım. halbuki oyun benim harcım değildi. onlar benim 2 katım daha iyi oynuyordu ve benim kendi ayarımdakilerle oynamam daha mantıklı olurdu. hani söze annemi her fırsatta aramalıydım diye devam ediyordum ya. baskette çıkar çıkmaz klübeye gittim ve aradım. bu sefer açtı annem telefonu. biraz nefes nefesseydim. basket falan oynadık arkadaşlarla dedim. zavallı anacağım şimdi beni potalardan seken arkadaşlarımın arasında süper basketçi olarak bilinen bir asker sanmıştır. ama sonuçta o kadar asker içinden ben oynamıştım. bu bile gururuma yağ sürüyordu. ya siz basket de mi oynuyorsunuz? dedi, futbol, masa tenisi herşey oynuyoruz dedim. doğruydu hepsini oynamıştık. fakat hepsini birrer kere oynamıştım. bak şimdi futbol oyunumu anlatmamıştım herhalde notlarımı alayım da anlatayım.
sigara
f tipi
futbol
saat 21.23 akşam bir komutan çocuğuna derse gitti. yarım saat önce gelebildim. hazırlıklar falan derken anca yatağa girdim. mp3 çaları da kulağıma taktım. uzandığım yerden yazmaya çalışıyorum. aslında yazmak istediğim ve yazılması gerektiğini düşündüğüm çok şey olmasına rağmen pek vaktim yok. vaktin yanında deşifre de etmek istemediğim için şahısları es geçiyoz.
bu arada mp3 playerimin pili bitti şimdi onu değiştidim kaldı bir pil. şahısları es geçiyoz dedim ya aslında şahıslar üzerine birşeyler yazmak istesen belki onlarca kitap çıkar bizim koğuştan veya her koğuştan. çünkü askerlik insanı o kadar değiştiriyor ki bunu asla anlayamıyorsun ama başkaları anlayabiliyor. çok kibar şehir çocukları bile iki hafta içinde sağa sola sesli gaz atacak hale geldi. birbirlerinin üzerine çullanma hadisesi de yakındır veya yapılıyordu diye düşünüyorum. mesela benim karşı çaprazımda yatan operacı bir arkadaş var elindeki diriliş adlı kitabı okuyor. daha doğrusu okumaya çalışıyor. az ilerdeki yatakların üzerinde de her zamanki gibi 3-5 kişi ekonomik mevzulardan tartışıyorlar. herhalde sesin tonu biraz fazla gelmiş olacak ki arkadaş başını kitabından kaldırdı ve öyle bir baktıki o kalabalığa. korku, endişe ve üzüntü öyle bir gömülüyorduki suratında gözleri ve dudak bunu çok açıkça gösteriyordu. bu tartışmalar çok oluyor bizim yatakhanede. benim karşı yatağımda yatan arkadaş kendisi bir işveren olduğu için her zaman çoğu işçi olan bizim yatakhanede tartışma çıkıyor. işveren arkadaş da tüm tartışmalara hiç altta kalmaya dayanamadan katılıyor. her ne söylersen söyle hatta kesin deliller ortaya koysanda varsayımlarına daha itimat ediyor. gerçekten çok acı, hiç öğrenmeye açık değil. halbuki öğrenmenin ilk şartı bilmediğine inanmaktır. bildiğini zannedene kim ne anlatabilir. bu arada bu işveren arkadaş beni baskette egale etmeye çalışan samimi olduğumu söylediğim arkadaşla aynı kişi. acaba yukardaki sözleri bazı kalbi kırıklarla mı söyledim bilmiyorum ama gerçekten onu bu yönüyle çok eksik görüyorum. bak yine abiduk gubidik mevzulardan bahsederken anlatmak istediğim şeyleri anlatamadım. anlatamadığım gibi yeni bir madde de eklendi
diriliş
şimdi kafamı kaldırdım ve sağa sola baktım. kitap okuyan arkadaş boş bakışlarla sağa sola bakıyordu. birde derin derin öksürüyordu. yanımdaki polis arkadaş bulmaca çözüyordu. köşedeki battaniye altında telefon ile görüşüyor. ilerdekiler de başka mevzular konuşuyorlardı. acayip uykum geldi. maddeleri tekrar not edip yatmayı düşünüyorum. saat 21.47 vaybe sivil hayatteyken biri bana bir gün gelicek 21.47 de yatıcaksın dese acaba ne zaman derdim herhalde.
sigara
f tipi
futbol
diriliş
müşteki
1 Mart 2019 Cuma
27.04.2008
saat 10.53 bugün günlerden pazar. şuan yatakhanede uzanmış yine yazmaya başladım. tabi yazmadan önce de dün yazdıklarımı şöyle bir kontrol ettim. bazı notlar almışım.
1.uzman Ramazan
2.52 oyunları
3.çorumlu sarhoş
4.illegal işler köşesi
tabi eski mevzuları anlatırken yeniler de birikiyor. aslında bunların benim bu bende ilgimi çekmesi belli bir kısıtlamayla yaşadığımız bu hayatta sanki duyarlılığım arttı gibi. sanki olaylar beni daha çok etkiliyor. mabeynime daha çok işliyor. neyse şimdi şu not aldığım eski mevzuları biraz anlatmaya çalışayım.
1.uzman Ramazan: buraya geldiğim günlerde etrafı ve insanları(askerleri) biraz tanımaya çalıştım. özelikle burada eski olanlar işleri daha iyi bildiği için onlardan yardım almak amaçlı muhabbetler kuruyoruz. kırtasiye de duran askeri daha önce de anlattığım gibi kardeşimin devresi. çünkü kardeşim de acemiliğini burda yapmıştı. ben bir gün kırtasiyede ki bir arkadaşa bir ricada bulundum. kırtasiye de ihtiyacı olan rütbeliler için rütbeler satılıyor. bunlardan birini istedim ve aldım. hemde 4 kazıklı uzman rütbesi. sıra şakayı kime yapacağımıza ve kime yaptıracağımıza geldi. bizim koğuşta polis bir arkadaş var. ben psikoloğum terapi yaparım yollu şakalar yapıyordu arkadaşlara. şakayı bu arkadaşa yapmaya karar verdim. bu polis arkadaşın yakın olduğu arkadaşlarına da mevzuyu açtım ve onaylarını aldım. çünkü herhangi bir olumsuz durumda yakınındaki kişilerin desteği önemliydi. sıra kime yaptıracağımıza geldi. bizim takımda olan fakat bizim koğuşta kalmayan kampçı arkadaşlar vardı. kampçı derken bu arkadaşlar acemiliklerini bizimle yapıp rütbelilerin kamp yerlerine gideceklerden oluşuyordu. bu kampçı arkadaşlardan kalıplı bir arkadaşa mevzuyu açtım kabul etmedi fakat onların yatakhanesinde takılan uzun dönem bir askerin olduğunu onun yapabileceğini söyledi. birazdan eleman koğuşa geldi. gözleri fildir-fecir tam bir fırlama elemandı. elimdeki rütbeleri görünce hepten gözleri döndü ve Allaaaa! ben ona şınav bile çektiririm dedi. hemen kamuflajları giyinmek üzere yatakhanesine gitti, bende kendi koğuşumuzdaki haberdar arkadaşlara durumu ilettim. çocuk kamuflajları giyinmiş hazırdı. hemen bizim koğuşun önüne kadar geldik. kapının önünde rütbeyi çocuğun kollarına çatal iğneyle iliştirdim. sonra ben içeri girdim. arkadan bizim uzman Ramazan içeri daldı. beyler iyi akşamlar dedi. millet de biraz şaşkınlık oldu. komutan geldi hala toplanmadınız dedi. bu sefer millet kendine biraz çeki düzen verdi. bu arada şakalanacak olan arkadaş ayakta elbisesini düzeltmekle uğraşıyordu. uzman Ramazan yatakların arasında biraz ilerledi ve tam şakalanacak arkadaşın yanına geldi. burada Şükrü diye bir polis varmış dedi. polis arkadaş o kadar şaşırdıki isminin söylenmesine cevap bile veremedi. millete size tarapi merapi yaparım diyormuş hakkında şikayet var. kimse çıksın ortaya, kim bu Şükrü deyince çakma komutan, artık millet Şükrü'yü işaret ediyordu ama Şükrü hala benim diyemiyordu.. çakma komutan Şükrüyü tanıyınca Şükrü sen misin dedi. niye böyle şeyler yapıyon deyince Şükrü sadece ben birşey anlamadım komutanım diyebildi. olayı bilen başka arkadaş duruma el attı ve oyunu bitirdi, zaten fazla uzatmak istemiyorduk ve tadında bıraktık. biraz daha uzatsak zaten arkadaş epey korkacaktı ki kim olsa korkardı. bu olay epey eğlenceli olmuştu. bir süre daha o rütbeleri yanımda taşıdım sonra teslim ettim. işin diğer bir ilginç yönü ise aldığım iki rütbenin de birbirinden farklı olması. biri 3 kazıklı diğeri 4 kazıklı.
saat 16.37 sabahtan şu ana kadar olanlarla ilgili de anlatmak istediklerim var fakat önce listeyi tamamlamalı.
2. 52 oyunları. ya bu not çok da önemli değil. alt tarafı geçenlerde illegal yollarla 52 kağıdı getirdik habire ihale oynuyoruz. tabi yaklaşık bir haftadır böyle. hatta diğer koğuşlardan bir arkadaşla konuşurken o bana bizim koğuştakinler içtikleri sigaranın kutularını atmamış üzerine sayıları ve yazuları tek tek yazıp 52 kağıtları yapmışlar deyince bende ona biz direk 52 kağıdı getirdik dedim. arkadaş biraz şaşırdı ama sonra güldü.
3.Çorumlu Sarhoş: dün gece saz dinletisi sırasında diğer koğuşlardan da ehil kişiler geldi. bunlardan biri de Çorumlu bir askerdi. askerin sesi bile tuhaf yani yanıkla sarhoş arası. suratta biraz keş suratı olunca arkadaşlardan biri kardeş sen sarhoş musun diye sordu. askerde yav gardeş sorma beni eğlence grubuna seçeceklerdi, adam dedi birşeyler söyle, ben bir asıldım. gardeş dedi sen bizim işimize yaraman, sen çok acıklı söylüyon milleti kederlendirmicez.
4. illegal işler koğuşu: bizim koğuşta kapıdan girirnce sağda 5 sıra ranza, solda 6 sıra ranza var. sağ bölümün sonunda pek yatan yok genelde herkes kapının sol tarafına yerleşti. sağdaki yataklar genelde boş olduğu için illegal işler orada yapılıyor. illegal işlere örnek verecek olursak.
1.kağıt oynama: bundan bahsettik.
2.sigara içme: koğuşlarda isgara içmek yasak olduğu halde orada gizlice arkadaşlar içiyor.
3.namaz: bu olay illegal işlerden sayılır mı bilmiyorum ama bazen cemaatle bazen tek tek yine aynı yerde namaz kılınıyor. sabahları bir arkadaş namaz kılanları kaldırıyor. genelde bu mevzuda bir arkadaş epey hassas davranıyor. bazı kılmayanlara kibarca teklif ediyor. sabahları defalarca kaldırmaya çalışıyor. onun dışındaki diğer kılanlar ise bu denli vazife şuuruyla ele almıyor, sadece kendi kendilerine yapıyorlar.
4.saz çalma: bu mevzu da zaten bahsedilmişti. hatta saz faslı bugünde biraz yapıldı.
5.cep telefonu: birkaç kişide cep telefonu var ve dönüşümlü kullanılıyor. şarj çok değerli heryerde şarj etmek mümkün değil. yönetim de cep telefonu mevzuunda tavizsiz görünmeye çalışıyor. fakat telefon mevzuundaki da devrecilik devreye giriyor. usta askerler yani acemi olmayanlar çok rahat. altıncı içinde devreye girdik. yakında o da gelicek. su ısıtıcısı. gerçekten buna çok ihtiyacımız var. neredeyse herkeste bu imkan var fakat yine acemiler bu mevzuda acemi kalıyor. en basitinden bile bu sabah çay sırasında çektiklerimiz bile su ısıtıcısını elzem kılıyor. aslında çay ile ilgili epey mevzuya değindik ama bunu da anlatmadan geçemiyeceğim. sabah içtimasından önce birkaç bisküvi yedim. zaten kahvaltı da yapmamıştım(bugün pazar olduğu için 8 de kalktım) bisküviler iyice susaattı zaten. içtimadan sonra çay için kantine gittik. sıra doluydu. fakat yine de bekledik. bu arada 5 tane de poğaça aldık. ikisini de sıra beklerken yedim. iyice tıkanmıştım sırada benim hemşeri arkadaş bekliyordu. tam sıra bize gelince eleman yine o demir levhayı kaldırdı. neymiş su çekecekmiş. 15dk sı varmış. beklemekde ısrar ettim. epeyde bekleyen vardı. bu sırada su ısıtıcısı olan herkes kuru çay diye tabir edilen bardak ve çay malzemesi alıyordu. burada bir parantez açalım. çayın servis şekli şöyle; pet bardak ve plastik bir poşet. plastik poşette şeker, sallama çay ve plastik kaşık var. yani bu kadar malzeme 10kuruş hem de parantezi kapattık. milletkuru çay yani susuz sadece malzeme alıp duruyordu. çünkü onların su ısıtıcısı var. biz beklemeye devam 10 dakika oldu. iki kişi kaldık bekleyen. içeri dolaştık çeycıya durumu sorduk henüz suyu çekmediğini çönkü kuru çay satıp durduğunu söyledi. 10 dakika geçmiş ve hala suyu çekmemişti. bu suyu çekmek tabirini de hiç sevmemeştim. iki sene önce de karslı bir arkadaşım vardı ve acağa çay koy demez, ocağa çay bırak derdi. neyse, çaycı eleman bize; biz acemiyken hiç çay içemedik siz en azından arasıra içiyorsunu dedi. yanımdaki arkadaşta sen çektin, bize de çektiriyon öyle mi dedi. çaycı cevap vermedi. belki duymadı. belki de verecek cevabı yoktu. diğer gruptan son elemanlarda gitmişti. artık sadece bizim 7-8 arkadaş kalmıştı. sonra bizim arkadaşlardan da gidenler oldu. yaklaşık 20dakika geçmişti ve sadece 3 kişi kalmıştık. ben çayhanenin servis yapılan demir levhalı kısmına dayanmış sonunda kadar beklemeye niyetliydim. diğer arkadaşlar bir içeri bir dışarı çıkıyordu ve beni gitmek için razı etmeye çalışıyorlardı. ben gitmemeye kararlıydım.arkadaşlar yine içeri gitmişlerdi ki ellerinde çayla döndüler. içerden almışlardı. herhalde çaycı artık bize acımıştı. sokak köpeği gibi hissetmiştim kendimi. aldığım çayı önüne kemik atılan bir köpek gibi hemen kapıp az ilerde duvarın üzerinde içime hazır hale getirdim. hala gitmiyordum. bunu içeyim bir daha alıcam dedim. neden sonra vazgeçtim. yavaş yavaş yatakhanenin yolunu tuttum.
yani şu an 5 çeşit yapılması gereken işi bu koğuşlarda yaptık. 6.sı için gün sayıyoruz. gidece kadar kaç olur bilmiyorum.
bu kadar yazıyorum ama hiç evle yapılan görüşmeleri anlatmadım. hemen hemen iki günde bir evi arıyorum. genelde annemle görüşüyoruz. bugün öğlen yemeğinden sonra da iki üç sefer aradım açmadı. dışardaymış. aslında öylesine aramıştım ama çağrıları telefonda görünce önemli birşey mi var diye merak ederdi. yani artık her fırsatta aramalıydım. bu arada yemek içtima saati geldi. şimdi gitmeliyim.
saat 21.19 aradım da yine açmadı. sonra burada pas.... işleri ile ilgilenen bir asker var onu elinde basket topu ile gelirken gördüm. genelde bu eleman bizim kısa dönemlerle basket maçı yapardı. bu basket aktivitesi genelde 6 kişiyle tek potada oynanırdı. ve ben izlemekle yetinirdim, izlemekle yetinmemin çeşitli nedenleri var tabi. birincisi basket oynamayı bilmiyorum(top dahi süremem, sadece basket atabiliyorum) ikincisi basket oynamak isteyen bir alay dolusu asker var. tüm bunlara rağmen tüm yüzsüzlüğü takınarak bende potaya doğru ilerledim en fazla kovarlardı. deneme atışı faslına aktif katılım gösterdim. zıplamalar ve basketler neticesinde beni basketten anlayan biri sanmış olabilirler. hadi maça başlayalım dediler. ben pek oynamayı bilmem tarzı cesur cümleler kurdum. neyse maça başladık, tabi ben oyunu katlediyorum. Allahtan diğer iki takım arkadaşım maçı sırtlıyor. bana şunu tut dediler bu arada. bizim operacı arkadaşı. kendisi çok kibar da bir arkadaştır aynı zamanda. ona biraz yapıştırıyom tabi pek de anlamadığım için arada faullü de oynuyom. operacı arkadaşla kendi takımından biri arasında yok yere bir tartışma çıktı ve diğer arkadaş bağıra çağıra hemen aynamıyom ben diyerek sahadan çıkıp izleme yerine gitti oturdu. ama hala oradan operacı arkadaşa bağırıyor konuşma, konuşma diye. aslında o da delikanlı bir arkadaş fakat iki haftadır süren bu tutsak hayatı sinirleri biraz gerdi. yerine maçı izleyen başka bir arkadaşımız geldi. şimdi ben bu olayı sadece bir an anlatmak için anlatıyorum. burada da elbet kişisel bir yaklaşımım yahut gözlemim olacak. anlattığım her olay aslında içinde çeşitli ayrıntıları barındıran bir kavramlar yumağı. tabi bazıları ve anlatım tarzı epey sığda olabilir. nihayetinde ne bir edebiyatçıyım ne de iddiasındayım. mevzuya dönersek. küsen arkadaş kenardan maçı izliyor. biz oynamaya devam. o sırada bu basketçilerin ekibinden iyi oynayan bir eleman geldi. küsen arkadaş da geldi. yani iki kişi oyuna katılmak için geldi. buraya kadar denge var. fakat küsenin yerine gelen arkadaş oyundan ayrıldı ve denge bozuldu. artık 7 kişiydik oyunu bu şekilde onursuzca bırakmak istemedim. tamam ben zaten çıkacaktım tarzı züğürt tesellisi de beni şuan için kesmezdi. oyun sahasında kararlı bir duruş sergilemek istiyordum. o sırada yeni takım hesapları başladı. hastaneci uzun uzun dönem asker şöyle çekişmeli bir maç olsun diyerek bana mesaj attı. fakat tüm servislerim kapalıydı. bu sefer karşı yatağımda yatan belki en yakın arkadaşlarımdan iri olan şahıs Ümit galiba sen dışarda kalıcaksın dedi. işte bu epey gücüme gitti. belki tüm insanlar tüm yaşamları boyunca bu tür dışlanmalarla karşılaşmış olabilir. acaba benim haricimdekiler bu durumda nasıl davranıyordu. merak ediyordum. bunun doğrusu neydi. ben biraz çekingenlik damarımla şimdiye kadar kenara çekilmeyi göze alamadım. fakat bugün telefon kulubelerinin yanından basket potasına gittiğim andan itibaren tüm inadım ve kararlılığım üzerimdeydi. bu satırları yazarken bile karşımda yatan arkadaşım o sözünü hatırlayıp duruyorum. Ümit galiba sen dışarda kalacaksın.
1.uzman Ramazan
2.52 oyunları
3.çorumlu sarhoş
4.illegal işler köşesi
tabi eski mevzuları anlatırken yeniler de birikiyor. aslında bunların benim bu bende ilgimi çekmesi belli bir kısıtlamayla yaşadığımız bu hayatta sanki duyarlılığım arttı gibi. sanki olaylar beni daha çok etkiliyor. mabeynime daha çok işliyor. neyse şimdi şu not aldığım eski mevzuları biraz anlatmaya çalışayım.
1.uzman Ramazan: buraya geldiğim günlerde etrafı ve insanları(askerleri) biraz tanımaya çalıştım. özelikle burada eski olanlar işleri daha iyi bildiği için onlardan yardım almak amaçlı muhabbetler kuruyoruz. kırtasiye de duran askeri daha önce de anlattığım gibi kardeşimin devresi. çünkü kardeşim de acemiliğini burda yapmıştı. ben bir gün kırtasiyede ki bir arkadaşa bir ricada bulundum. kırtasiye de ihtiyacı olan rütbeliler için rütbeler satılıyor. bunlardan birini istedim ve aldım. hemde 4 kazıklı uzman rütbesi. sıra şakayı kime yapacağımıza ve kime yaptıracağımıza geldi. bizim koğuşta polis bir arkadaş var. ben psikoloğum terapi yaparım yollu şakalar yapıyordu arkadaşlara. şakayı bu arkadaşa yapmaya karar verdim. bu polis arkadaşın yakın olduğu arkadaşlarına da mevzuyu açtım ve onaylarını aldım. çünkü herhangi bir olumsuz durumda yakınındaki kişilerin desteği önemliydi. sıra kime yaptıracağımıza geldi. bizim takımda olan fakat bizim koğuşta kalmayan kampçı arkadaşlar vardı. kampçı derken bu arkadaşlar acemiliklerini bizimle yapıp rütbelilerin kamp yerlerine gideceklerden oluşuyordu. bu kampçı arkadaşlardan kalıplı bir arkadaşa mevzuyu açtım kabul etmedi fakat onların yatakhanesinde takılan uzun dönem bir askerin olduğunu onun yapabileceğini söyledi. birazdan eleman koğuşa geldi. gözleri fildir-fecir tam bir fırlama elemandı. elimdeki rütbeleri görünce hepten gözleri döndü ve Allaaaa! ben ona şınav bile çektiririm dedi. hemen kamuflajları giyinmek üzere yatakhanesine gitti, bende kendi koğuşumuzdaki haberdar arkadaşlara durumu ilettim. çocuk kamuflajları giyinmiş hazırdı. hemen bizim koğuşun önüne kadar geldik. kapının önünde rütbeyi çocuğun kollarına çatal iğneyle iliştirdim. sonra ben içeri girdim. arkadan bizim uzman Ramazan içeri daldı. beyler iyi akşamlar dedi. millet de biraz şaşkınlık oldu. komutan geldi hala toplanmadınız dedi. bu sefer millet kendine biraz çeki düzen verdi. bu arada şakalanacak olan arkadaş ayakta elbisesini düzeltmekle uğraşıyordu. uzman Ramazan yatakların arasında biraz ilerledi ve tam şakalanacak arkadaşın yanına geldi. burada Şükrü diye bir polis varmış dedi. polis arkadaş o kadar şaşırdıki isminin söylenmesine cevap bile veremedi. millete size tarapi merapi yaparım diyormuş hakkında şikayet var. kimse çıksın ortaya, kim bu Şükrü deyince çakma komutan, artık millet Şükrü'yü işaret ediyordu ama Şükrü hala benim diyemiyordu.. çakma komutan Şükrüyü tanıyınca Şükrü sen misin dedi. niye böyle şeyler yapıyon deyince Şükrü sadece ben birşey anlamadım komutanım diyebildi. olayı bilen başka arkadaş duruma el attı ve oyunu bitirdi, zaten fazla uzatmak istemiyorduk ve tadında bıraktık. biraz daha uzatsak zaten arkadaş epey korkacaktı ki kim olsa korkardı. bu olay epey eğlenceli olmuştu. bir süre daha o rütbeleri yanımda taşıdım sonra teslim ettim. işin diğer bir ilginç yönü ise aldığım iki rütbenin de birbirinden farklı olması. biri 3 kazıklı diğeri 4 kazıklı.
saat 16.37 sabahtan şu ana kadar olanlarla ilgili de anlatmak istediklerim var fakat önce listeyi tamamlamalı.
2. 52 oyunları. ya bu not çok da önemli değil. alt tarafı geçenlerde illegal yollarla 52 kağıdı getirdik habire ihale oynuyoruz. tabi yaklaşık bir haftadır böyle. hatta diğer koğuşlardan bir arkadaşla konuşurken o bana bizim koğuştakinler içtikleri sigaranın kutularını atmamış üzerine sayıları ve yazuları tek tek yazıp 52 kağıtları yapmışlar deyince bende ona biz direk 52 kağıdı getirdik dedim. arkadaş biraz şaşırdı ama sonra güldü.
3.Çorumlu Sarhoş: dün gece saz dinletisi sırasında diğer koğuşlardan da ehil kişiler geldi. bunlardan biri de Çorumlu bir askerdi. askerin sesi bile tuhaf yani yanıkla sarhoş arası. suratta biraz keş suratı olunca arkadaşlardan biri kardeş sen sarhoş musun diye sordu. askerde yav gardeş sorma beni eğlence grubuna seçeceklerdi, adam dedi birşeyler söyle, ben bir asıldım. gardeş dedi sen bizim işimize yaraman, sen çok acıklı söylüyon milleti kederlendirmicez.
4. illegal işler koğuşu: bizim koğuşta kapıdan girirnce sağda 5 sıra ranza, solda 6 sıra ranza var. sağ bölümün sonunda pek yatan yok genelde herkes kapının sol tarafına yerleşti. sağdaki yataklar genelde boş olduğu için illegal işler orada yapılıyor. illegal işlere örnek verecek olursak.
1.kağıt oynama: bundan bahsettik.
2.sigara içme: koğuşlarda isgara içmek yasak olduğu halde orada gizlice arkadaşlar içiyor.
3.namaz: bu olay illegal işlerden sayılır mı bilmiyorum ama bazen cemaatle bazen tek tek yine aynı yerde namaz kılınıyor. sabahları bir arkadaş namaz kılanları kaldırıyor. genelde bu mevzuda bir arkadaş epey hassas davranıyor. bazı kılmayanlara kibarca teklif ediyor. sabahları defalarca kaldırmaya çalışıyor. onun dışındaki diğer kılanlar ise bu denli vazife şuuruyla ele almıyor, sadece kendi kendilerine yapıyorlar.
4.saz çalma: bu mevzu da zaten bahsedilmişti. hatta saz faslı bugünde biraz yapıldı.
5.cep telefonu: birkaç kişide cep telefonu var ve dönüşümlü kullanılıyor. şarj çok değerli heryerde şarj etmek mümkün değil. yönetim de cep telefonu mevzuunda tavizsiz görünmeye çalışıyor. fakat telefon mevzuundaki da devrecilik devreye giriyor. usta askerler yani acemi olmayanlar çok rahat. altıncı içinde devreye girdik. yakında o da gelicek. su ısıtıcısı. gerçekten buna çok ihtiyacımız var. neredeyse herkeste bu imkan var fakat yine acemiler bu mevzuda acemi kalıyor. en basitinden bile bu sabah çay sırasında çektiklerimiz bile su ısıtıcısını elzem kılıyor. aslında çay ile ilgili epey mevzuya değindik ama bunu da anlatmadan geçemiyeceğim. sabah içtimasından önce birkaç bisküvi yedim. zaten kahvaltı da yapmamıştım(bugün pazar olduğu için 8 de kalktım) bisküviler iyice susaattı zaten. içtimadan sonra çay için kantine gittik. sıra doluydu. fakat yine de bekledik. bu arada 5 tane de poğaça aldık. ikisini de sıra beklerken yedim. iyice tıkanmıştım sırada benim hemşeri arkadaş bekliyordu. tam sıra bize gelince eleman yine o demir levhayı kaldırdı. neymiş su çekecekmiş. 15dk sı varmış. beklemekde ısrar ettim. epeyde bekleyen vardı. bu sırada su ısıtıcısı olan herkes kuru çay diye tabir edilen bardak ve çay malzemesi alıyordu. burada bir parantez açalım. çayın servis şekli şöyle; pet bardak ve plastik bir poşet. plastik poşette şeker, sallama çay ve plastik kaşık var. yani bu kadar malzeme 10kuruş hem de parantezi kapattık. milletkuru çay yani susuz sadece malzeme alıp duruyordu. çünkü onların su ısıtıcısı var. biz beklemeye devam 10 dakika oldu. iki kişi kaldık bekleyen. içeri dolaştık çeycıya durumu sorduk henüz suyu çekmediğini çönkü kuru çay satıp durduğunu söyledi. 10 dakika geçmiş ve hala suyu çekmemişti. bu suyu çekmek tabirini de hiç sevmemeştim. iki sene önce de karslı bir arkadaşım vardı ve acağa çay koy demez, ocağa çay bırak derdi. neyse, çaycı eleman bize; biz acemiyken hiç çay içemedik siz en azından arasıra içiyorsunu dedi. yanımdaki arkadaşta sen çektin, bize de çektiriyon öyle mi dedi. çaycı cevap vermedi. belki duymadı. belki de verecek cevabı yoktu. diğer gruptan son elemanlarda gitmişti. artık sadece bizim 7-8 arkadaş kalmıştı. sonra bizim arkadaşlardan da gidenler oldu. yaklaşık 20dakika geçmişti ve sadece 3 kişi kalmıştık. ben çayhanenin servis yapılan demir levhalı kısmına dayanmış sonunda kadar beklemeye niyetliydim. diğer arkadaşlar bir içeri bir dışarı çıkıyordu ve beni gitmek için razı etmeye çalışıyorlardı. ben gitmemeye kararlıydım.arkadaşlar yine içeri gitmişlerdi ki ellerinde çayla döndüler. içerden almışlardı. herhalde çaycı artık bize acımıştı. sokak köpeği gibi hissetmiştim kendimi. aldığım çayı önüne kemik atılan bir köpek gibi hemen kapıp az ilerde duvarın üzerinde içime hazır hale getirdim. hala gitmiyordum. bunu içeyim bir daha alıcam dedim. neden sonra vazgeçtim. yavaş yavaş yatakhanenin yolunu tuttum.
yani şu an 5 çeşit yapılması gereken işi bu koğuşlarda yaptık. 6.sı için gün sayıyoruz. gidece kadar kaç olur bilmiyorum.
bu kadar yazıyorum ama hiç evle yapılan görüşmeleri anlatmadım. hemen hemen iki günde bir evi arıyorum. genelde annemle görüşüyoruz. bugün öğlen yemeğinden sonra da iki üç sefer aradım açmadı. dışardaymış. aslında öylesine aramıştım ama çağrıları telefonda görünce önemli birşey mi var diye merak ederdi. yani artık her fırsatta aramalıydım. bu arada yemek içtima saati geldi. şimdi gitmeliyim.
saat 21.19 aradım da yine açmadı. sonra burada pas.... işleri ile ilgilenen bir asker var onu elinde basket topu ile gelirken gördüm. genelde bu eleman bizim kısa dönemlerle basket maçı yapardı. bu basket aktivitesi genelde 6 kişiyle tek potada oynanırdı. ve ben izlemekle yetinirdim, izlemekle yetinmemin çeşitli nedenleri var tabi. birincisi basket oynamayı bilmiyorum(top dahi süremem, sadece basket atabiliyorum) ikincisi basket oynamak isteyen bir alay dolusu asker var. tüm bunlara rağmen tüm yüzsüzlüğü takınarak bende potaya doğru ilerledim en fazla kovarlardı. deneme atışı faslına aktif katılım gösterdim. zıplamalar ve basketler neticesinde beni basketten anlayan biri sanmış olabilirler. hadi maça başlayalım dediler. ben pek oynamayı bilmem tarzı cesur cümleler kurdum. neyse maça başladık, tabi ben oyunu katlediyorum. Allahtan diğer iki takım arkadaşım maçı sırtlıyor. bana şunu tut dediler bu arada. bizim operacı arkadaşı. kendisi çok kibar da bir arkadaştır aynı zamanda. ona biraz yapıştırıyom tabi pek de anlamadığım için arada faullü de oynuyom. operacı arkadaşla kendi takımından biri arasında yok yere bir tartışma çıktı ve diğer arkadaş bağıra çağıra hemen aynamıyom ben diyerek sahadan çıkıp izleme yerine gitti oturdu. ama hala oradan operacı arkadaşa bağırıyor konuşma, konuşma diye. aslında o da delikanlı bir arkadaş fakat iki haftadır süren bu tutsak hayatı sinirleri biraz gerdi. yerine maçı izleyen başka bir arkadaşımız geldi. şimdi ben bu olayı sadece bir an anlatmak için anlatıyorum. burada da elbet kişisel bir yaklaşımım yahut gözlemim olacak. anlattığım her olay aslında içinde çeşitli ayrıntıları barındıran bir kavramlar yumağı. tabi bazıları ve anlatım tarzı epey sığda olabilir. nihayetinde ne bir edebiyatçıyım ne de iddiasındayım. mevzuya dönersek. küsen arkadaş kenardan maçı izliyor. biz oynamaya devam. o sırada bu basketçilerin ekibinden iyi oynayan bir eleman geldi. küsen arkadaş da geldi. yani iki kişi oyuna katılmak için geldi. buraya kadar denge var. fakat küsenin yerine gelen arkadaş oyundan ayrıldı ve denge bozuldu. artık 7 kişiydik oyunu bu şekilde onursuzca bırakmak istemedim. tamam ben zaten çıkacaktım tarzı züğürt tesellisi de beni şuan için kesmezdi. oyun sahasında kararlı bir duruş sergilemek istiyordum. o sırada yeni takım hesapları başladı. hastaneci uzun uzun dönem asker şöyle çekişmeli bir maç olsun diyerek bana mesaj attı. fakat tüm servislerim kapalıydı. bu sefer karşı yatağımda yatan belki en yakın arkadaşlarımdan iri olan şahıs Ümit galiba sen dışarda kalıcaksın dedi. işte bu epey gücüme gitti. belki tüm insanlar tüm yaşamları boyunca bu tür dışlanmalarla karşılaşmış olabilir. acaba benim haricimdekiler bu durumda nasıl davranıyordu. merak ediyordum. bunun doğrusu neydi. ben biraz çekingenlik damarımla şimdiye kadar kenara çekilmeyi göze alamadım. fakat bugün telefon kulubelerinin yanından basket potasına gittiğim andan itibaren tüm inadım ve kararlılığım üzerimdeydi. bu satırları yazarken bile karşımda yatan arkadaşım o sözünü hatırlayıp duruyorum. Ümit galiba sen dışarda kalacaksın.
27 Şubat 2019 Çarşamba
26.04.2008
dün gece yazarken noktayı koydum ışıklar söndürüldü. şimdi saat 11..50 tekrar defteri elime aldım yazıcaz birşeyler. kaldığımız yerden devam edelim.
2. kendi halindeler: bu arkadaşlar pek kimseyle diyaloğa girmeyip belli rütin işlerine odaklanıp onlarla iştigal ediyorlar. böylelerindeki ilginçlik ise bazen çok başka insanlarla beraber olabiliyorlar.
3.fikir birlikteliği olanlar: sivil hayatlarında herhangi bir siyasi veya ideolalojik tutkusu olanlar burada zamanla birbirlerini keşfedip beraber takılıyorlar.
4.tabi olanlar: bu tür arkadaşlar genelde kendilerini lider olarak ifade etmeye çalışanlara tabi oluyorlar. çünkü bunlar kendi kendilerine düşünmektense daha iyi düşünen birine uymayı yeğlerler.
5.çıkıntılar: bunlar genelde otoriteye aykırı olmayı sevmeleri yönüyle liderlere benziyorlar lakin kendilerine grup oluşturma gibi bir kaygıları yoktur.
6.hepsiciler: bu arkadaşlar çeşitli oluşumlara yani gruplaşmalara itiraz eden ve herkesle iletişim kurmaya çalışırlar.
7.çıkarcılar: bunlarda ne bir lidere tabi olma ne de liderlik iddiasında bulunurlar. sadece her kişi ile iletişim kurar ve genelde sigara veya küçük ikramlarda ikram edilen olmayı tercih ederler.
8.sosyaller: bu arkadaşlar da her yerden ve her gruptan asker veya kişi ile iletişim kurar. her türlü ince noktaları yakalarlar. genelde telefon, gazete, yiyecek gibi temini zor şeyleri onlar bulabilirler.
9.hemşehriciler: özellikle bazı iç anadolu veya doğu vilayetlerinden gelen arkadaşlar bu mevzuyu ilk başta epey irdeliyorlar. fakat bu hemşehricilik diğer maddelerdeki insan modellerine mağlup oluyor.
10. cömertler: bu arkadaşlar geri dönüşüm aramadan önüne gelene birşeyler ısmarlamayı severler.
ben bu modellerin neresindeyim diye düşününce galiba 6,8,10,5 gibi maddeler bana uygun düşüyor. şimdi yemek içtimasına gidiyorum. gelince yarım kalan bot mevzuuna devam edicem...
epey kopmuşuz mevzudan kaldığımız yerden devam etmeye çalışalım. neyse komutanın biri geldi( tek kazıklı uzman çavuş) en son iki bağın çapraz bağlanacağını söyledi ve sizde böyle bağlayın dedi. ben sadece botumun tekini dediği gibi bağladım. sonra başka komutan geldi ve yine bot mevzuu gündeme geldi. komutan çapraz bağlama olmaz helezonik bağlama olması lazım dedi. sonra nasıl bakayım deyince(zaten saf düzeni sıralamasında en önde oluyorum) en önde olduğum için işte böyle komutanım dedim ve yanına fırladım. sonra da komutanım ne olur olmaz diye tekini öyle bağlamıştım dedim. tabi muhabbeti şimdi burada yazınca bana biraz soğuk geldi ama bunu orada yapınca epey eğlendirici olmuştu.
şimdi yukarıdaki satırları yazdıktan sonra tekrar eski aldığım bot notlarını kontrol ettim ve neden bu anlatının içime sinmeyip bende soğuk bir his uyandırdığını anladım. çünkü anlatmak istediğim hadise bu değildi. asıl olay şu; komutan botu etrafından dolanan bağı arkadaşa çözdürdü. sonra normal bağlatıp botun içine sokturdu. sonra aynı komutan başka bir takıma aynı durumu anlatmak için uzaklaştı, arkadan gelen diğer komutan kendi botunu gösterdi ve ipler aynı arkadaşın yaptığı gibi botun etrafından dolanmıştı. bir anda şaşırdık tabi daha yeniydik o zaman şaşkınlığımızı gören komutan şunları söyledi; komutanın dediğini dinle yaptığını yapma. bu lafı aynı komutan birkaç yine değişik durumlarda dile getirdi. yani senden olmanı istedikleri şeyi kendileri de olamıyordu. ve bizim de olacağımıza inanmıyorlardı.
duyarım yazmışsın iki satır mektup, vermişsin trene halimi unutup. saat 21.24 ve şu an koğuşta saz eşliğinde şarkılar söylüyoruz. müthiş bir keyif az önce komutan içtima aldı ve kuzu gibi duran bizler tekrar kurda dönüştü. kış ola bağlana yolların dostum, dostum, dostum, gelsene canım. operacı olan arkadaşta o pürüzsüz sesiyle dostumu söylerken dimağımda şenlenme hissediyorum. günler hatta haftalardır müziğe aç mabeynime şok tesiri yaptı bu seranomi. bir de canlı müzik hayranı olduğum için hepten büyülenme modundayım. bir de bu büyüyü askere gelmeden bir hafta önce gittiğim memlekette amcamın dağın eteğindeki evinde amcamın elinden dinlediğim sazlı türkülerde yaşamıştım bu hissi.
benim Antalyalı hemşerim de derin çıktı. gizli türkülere bile eşlik ediyor. yani sözleri ezberden biliyor. şimdi diğer koğuştan bir eleman geldi. hem çalıp hem söylüyormuş. şimdi zahidem söyleniyor. şu anda tüm zaman sıfırlanıyor. sanki ne öncem kaldı ne sonram, ne dünü yaşadım ne yarını yaşayacağım. anın kölesi etti bu senfoni. bu katılım bu tınılar şunları yazmak bile ızdırap veriyor. yatağıma uzanmak ve karşı yatağından gelen şu tınıları gözyaşlarıyla dinlemek istiyorum. ama bu anı yazmak da istiyorum. dayanamıyorum. yarın yazarım. şimdi dinlicem.
saat 02.10 gecenin bir yarısı defteri alıp yazmamın sebebi nöbetçi olmam. nöbetçilik askerde önemli bir kural. herşeyin nöbeti tutuluyor. mesela komutanlarımızdan birisi hani bana bir olay anlatın ben de size mantığını anlatayım yollu yaptığı nasihatlarde de bu nöbetçilik mavzuu gündeme gelmişti. şöyle demişti; şimdi arkadaşlar(bu komutan hep söze böyle başlardı ve tahminen o gün de böyle başlamıştı) mesela hep duymuşsunuzdur. yok taşın nöbeti tutulur, ağacın nöbeti tutulur falan. böyle birşey yok. ama şu olabilir, mesela şu oturulan banklar varya, parkta filan.(bu şekilde tarif ettiğini az buçuk hatırlıyom) işte mesela o bank boyanmıştır. kimse boyalı banka oturmasın diye hemen o bankın başına nöbet yazarlar. tabi bank 1,2 güne kurur fakat kimse amir vermediği için bir iki hafta nöbet tutulur, sonra bir rütbeli ordan geçerken sorar, niye bu bankta nöbet tutuluyor diye, sonra emir verir ve nöbet biter. yani komutan bize askeriyenin mantığını anlatmak için verdiği örnek buydu. tam tersi askeriyenin nasıl daha mantıksız olduğunu gösteriyor gibiydi. çünkü insan faktörünü, bilinç faktörünü devre dışı bırakan bir örnekti sonuçta her kademede bir ast-üst vardır. o bank kuruyunca nöbet tutan asker emri kimden aldıysa ona bildirir o da üstüne derken ilk emri verene kadar olay intikal edince elbet nöbet kaldırılacaktır. zaten bu oturmuş mantığı buradaki askerliğini yapmakla yükümlü olanlarda da görüyoruz. bir seferinde yemek esnasında peçete dağıtan askerden peçete istedim ve aldım. diğer bir asker duruma veryansın etti. neymiş peçeteler sayılıymış. önce şaşırdım ve buna inanamadım. ama peçeteyi geri de vermedim. onlar aralarında anlaşsın artık dedim. fakat şimdi heryerde peçeteler kullanılıyor atılıyor. ohooo! bu peçete örneğine benzer bir olay poğaça taşıyan bir asker bizim kısa dönem devre arkadaşlarımdan birine poğaça verdi. çünkü bizim eleman satıp satıp satmadığını sormuştu ve o da gönlünden kopmuş vermişti. diğeriyle aralarında bir yumruklaşmadığı kaldı. resmen bağıra çağıra müdahele etti diğeri. sonra aralarında bağırarak arabaya binip uzaklaştılar. yani askere de sirayet etmiş bu huy. fotoğraf makinası satan askere rica ediyorsun dijital makinayı ödünç ver 30 kişiyiz sonra ikişer ytl verelim sen bize CD ler verirsin diye. benim başımı belaya mı sokacan kardeşim diyor. bu sırada elinde cep telefonu var. bende o zaman elindeki telefon başını belaya sokmuyor mu diye sorunca. bela mısın hemşerim, alıyorsan al makinayı git demişti. makina derken burada ki askeriyede çek-at fotoğraf makinaları satılıyor. 27poz 10ytl.
neyse yazıyoz zaman da çabuk geçiyor bu sayede gayet iyi şimdiden 2.30 olmuş. dün gece çok güzel başladı fakat perdeleri kaymış birkaç teli kopuk saz akort tutmayınca hemde yakalanma korkusu sarınca fasıl erken bitti. bir de bugün belalı bir subay nöbetçiymiş. sanırım astsubay.(bence değil ama arkadaşlar o olduğunu söylüyorlar) burada yattığımız 3.gecede gelmişti, hepimizi kaldırıp kıyafetlerimize bakmıştı. (belki bu mevzuyu anlatmışımdır) eşofmanlı olanlara geceliğini giydirtmişti(biri de ben) bugün saz çalan arkadaş komutanın geldiği gece komuflajla yatmış. biraz film bir arkadaş onu anlatırsak kitaba sığmaz. bugün de saz ayarlayıp çalan o yine. gece sazı ayarladı. sabah çalarız dedi ve sazı kucağına alıp yatar gibi yapınca başka bir arkadaşta espriyi patlattı. oğlum sazla yatma yine komutan gelicek bu sefer sazla yattığını görürse oğlum illa birşeyle mi yatıcan dicek. bilmiyorum komik geldi mi? o zaman epey güldürdü. nöbetçilik önemli askerde. bir mevzu oluyor hemen nöbet tutulsun deniyor. adamların hayatı nöbet. rütbelilerde nöbete kalıyor. aslında bazı bomba olayları anlatmayı unutmuşum(yoksa anlattım mı) şimdi de vakit az, en iyisi unutmamak için not alayım sonra detaylı yazarım.
UZMAN RAMAZAN
RÜTBELİ ŞAKASI
52 oyunları
çorumlu sarhoş
illegal işler köşesi
2. kendi halindeler: bu arkadaşlar pek kimseyle diyaloğa girmeyip belli rütin işlerine odaklanıp onlarla iştigal ediyorlar. böylelerindeki ilginçlik ise bazen çok başka insanlarla beraber olabiliyorlar.
3.fikir birlikteliği olanlar: sivil hayatlarında herhangi bir siyasi veya ideolalojik tutkusu olanlar burada zamanla birbirlerini keşfedip beraber takılıyorlar.
4.tabi olanlar: bu tür arkadaşlar genelde kendilerini lider olarak ifade etmeye çalışanlara tabi oluyorlar. çünkü bunlar kendi kendilerine düşünmektense daha iyi düşünen birine uymayı yeğlerler.
5.çıkıntılar: bunlar genelde otoriteye aykırı olmayı sevmeleri yönüyle liderlere benziyorlar lakin kendilerine grup oluşturma gibi bir kaygıları yoktur.
6.hepsiciler: bu arkadaşlar çeşitli oluşumlara yani gruplaşmalara itiraz eden ve herkesle iletişim kurmaya çalışırlar.
7.çıkarcılar: bunlarda ne bir lidere tabi olma ne de liderlik iddiasında bulunurlar. sadece her kişi ile iletişim kurar ve genelde sigara veya küçük ikramlarda ikram edilen olmayı tercih ederler.
8.sosyaller: bu arkadaşlar da her yerden ve her gruptan asker veya kişi ile iletişim kurar. her türlü ince noktaları yakalarlar. genelde telefon, gazete, yiyecek gibi temini zor şeyleri onlar bulabilirler.
9.hemşehriciler: özellikle bazı iç anadolu veya doğu vilayetlerinden gelen arkadaşlar bu mevzuyu ilk başta epey irdeliyorlar. fakat bu hemşehricilik diğer maddelerdeki insan modellerine mağlup oluyor.
10. cömertler: bu arkadaşlar geri dönüşüm aramadan önüne gelene birşeyler ısmarlamayı severler.
ben bu modellerin neresindeyim diye düşününce galiba 6,8,10,5 gibi maddeler bana uygun düşüyor. şimdi yemek içtimasına gidiyorum. gelince yarım kalan bot mevzuuna devam edicem...
epey kopmuşuz mevzudan kaldığımız yerden devam etmeye çalışalım. neyse komutanın biri geldi( tek kazıklı uzman çavuş) en son iki bağın çapraz bağlanacağını söyledi ve sizde böyle bağlayın dedi. ben sadece botumun tekini dediği gibi bağladım. sonra başka komutan geldi ve yine bot mevzuu gündeme geldi. komutan çapraz bağlama olmaz helezonik bağlama olması lazım dedi. sonra nasıl bakayım deyince(zaten saf düzeni sıralamasında en önde oluyorum) en önde olduğum için işte böyle komutanım dedim ve yanına fırladım. sonra da komutanım ne olur olmaz diye tekini öyle bağlamıştım dedim. tabi muhabbeti şimdi burada yazınca bana biraz soğuk geldi ama bunu orada yapınca epey eğlendirici olmuştu.
şimdi yukarıdaki satırları yazdıktan sonra tekrar eski aldığım bot notlarını kontrol ettim ve neden bu anlatının içime sinmeyip bende soğuk bir his uyandırdığını anladım. çünkü anlatmak istediğim hadise bu değildi. asıl olay şu; komutan botu etrafından dolanan bağı arkadaşa çözdürdü. sonra normal bağlatıp botun içine sokturdu. sonra aynı komutan başka bir takıma aynı durumu anlatmak için uzaklaştı, arkadan gelen diğer komutan kendi botunu gösterdi ve ipler aynı arkadaşın yaptığı gibi botun etrafından dolanmıştı. bir anda şaşırdık tabi daha yeniydik o zaman şaşkınlığımızı gören komutan şunları söyledi; komutanın dediğini dinle yaptığını yapma. bu lafı aynı komutan birkaç yine değişik durumlarda dile getirdi. yani senden olmanı istedikleri şeyi kendileri de olamıyordu. ve bizim de olacağımıza inanmıyorlardı.
duyarım yazmışsın iki satır mektup, vermişsin trene halimi unutup. saat 21.24 ve şu an koğuşta saz eşliğinde şarkılar söylüyoruz. müthiş bir keyif az önce komutan içtima aldı ve kuzu gibi duran bizler tekrar kurda dönüştü. kış ola bağlana yolların dostum, dostum, dostum, gelsene canım. operacı olan arkadaşta o pürüzsüz sesiyle dostumu söylerken dimağımda şenlenme hissediyorum. günler hatta haftalardır müziğe aç mabeynime şok tesiri yaptı bu seranomi. bir de canlı müzik hayranı olduğum için hepten büyülenme modundayım. bir de bu büyüyü askere gelmeden bir hafta önce gittiğim memlekette amcamın dağın eteğindeki evinde amcamın elinden dinlediğim sazlı türkülerde yaşamıştım bu hissi.
benim Antalyalı hemşerim de derin çıktı. gizli türkülere bile eşlik ediyor. yani sözleri ezberden biliyor. şimdi diğer koğuştan bir eleman geldi. hem çalıp hem söylüyormuş. şimdi zahidem söyleniyor. şu anda tüm zaman sıfırlanıyor. sanki ne öncem kaldı ne sonram, ne dünü yaşadım ne yarını yaşayacağım. anın kölesi etti bu senfoni. bu katılım bu tınılar şunları yazmak bile ızdırap veriyor. yatağıma uzanmak ve karşı yatağından gelen şu tınıları gözyaşlarıyla dinlemek istiyorum. ama bu anı yazmak da istiyorum. dayanamıyorum. yarın yazarım. şimdi dinlicem.
saat 02.10 gecenin bir yarısı defteri alıp yazmamın sebebi nöbetçi olmam. nöbetçilik askerde önemli bir kural. herşeyin nöbeti tutuluyor. mesela komutanlarımızdan birisi hani bana bir olay anlatın ben de size mantığını anlatayım yollu yaptığı nasihatlarde de bu nöbetçilik mavzuu gündeme gelmişti. şöyle demişti; şimdi arkadaşlar(bu komutan hep söze böyle başlardı ve tahminen o gün de böyle başlamıştı) mesela hep duymuşsunuzdur. yok taşın nöbeti tutulur, ağacın nöbeti tutulur falan. böyle birşey yok. ama şu olabilir, mesela şu oturulan banklar varya, parkta filan.(bu şekilde tarif ettiğini az buçuk hatırlıyom) işte mesela o bank boyanmıştır. kimse boyalı banka oturmasın diye hemen o bankın başına nöbet yazarlar. tabi bank 1,2 güne kurur fakat kimse amir vermediği için bir iki hafta nöbet tutulur, sonra bir rütbeli ordan geçerken sorar, niye bu bankta nöbet tutuluyor diye, sonra emir verir ve nöbet biter. yani komutan bize askeriyenin mantığını anlatmak için verdiği örnek buydu. tam tersi askeriyenin nasıl daha mantıksız olduğunu gösteriyor gibiydi. çünkü insan faktörünü, bilinç faktörünü devre dışı bırakan bir örnekti sonuçta her kademede bir ast-üst vardır. o bank kuruyunca nöbet tutan asker emri kimden aldıysa ona bildirir o da üstüne derken ilk emri verene kadar olay intikal edince elbet nöbet kaldırılacaktır. zaten bu oturmuş mantığı buradaki askerliğini yapmakla yükümlü olanlarda da görüyoruz. bir seferinde yemek esnasında peçete dağıtan askerden peçete istedim ve aldım. diğer bir asker duruma veryansın etti. neymiş peçeteler sayılıymış. önce şaşırdım ve buna inanamadım. ama peçeteyi geri de vermedim. onlar aralarında anlaşsın artık dedim. fakat şimdi heryerde peçeteler kullanılıyor atılıyor. ohooo! bu peçete örneğine benzer bir olay poğaça taşıyan bir asker bizim kısa dönem devre arkadaşlarımdan birine poğaça verdi. çünkü bizim eleman satıp satıp satmadığını sormuştu ve o da gönlünden kopmuş vermişti. diğeriyle aralarında bir yumruklaşmadığı kaldı. resmen bağıra çağıra müdahele etti diğeri. sonra aralarında bağırarak arabaya binip uzaklaştılar. yani askere de sirayet etmiş bu huy. fotoğraf makinası satan askere rica ediyorsun dijital makinayı ödünç ver 30 kişiyiz sonra ikişer ytl verelim sen bize CD ler verirsin diye. benim başımı belaya mı sokacan kardeşim diyor. bu sırada elinde cep telefonu var. bende o zaman elindeki telefon başını belaya sokmuyor mu diye sorunca. bela mısın hemşerim, alıyorsan al makinayı git demişti. makina derken burada ki askeriyede çek-at fotoğraf makinaları satılıyor. 27poz 10ytl.
neyse yazıyoz zaman da çabuk geçiyor bu sayede gayet iyi şimdiden 2.30 olmuş. dün gece çok güzel başladı fakat perdeleri kaymış birkaç teli kopuk saz akort tutmayınca hemde yakalanma korkusu sarınca fasıl erken bitti. bir de bugün belalı bir subay nöbetçiymiş. sanırım astsubay.(bence değil ama arkadaşlar o olduğunu söylüyorlar) burada yattığımız 3.gecede gelmişti, hepimizi kaldırıp kıyafetlerimize bakmıştı. (belki bu mevzuyu anlatmışımdır) eşofmanlı olanlara geceliğini giydirtmişti(biri de ben) bugün saz çalan arkadaş komutanın geldiği gece komuflajla yatmış. biraz film bir arkadaş onu anlatırsak kitaba sığmaz. bugün de saz ayarlayıp çalan o yine. gece sazı ayarladı. sabah çalarız dedi ve sazı kucağına alıp yatar gibi yapınca başka bir arkadaşta espriyi patlattı. oğlum sazla yatma yine komutan gelicek bu sefer sazla yattığını görürse oğlum illa birşeyle mi yatıcan dicek. bilmiyorum komik geldi mi? o zaman epey güldürdü. nöbetçilik önemli askerde. bir mevzu oluyor hemen nöbet tutulsun deniyor. adamların hayatı nöbet. rütbelilerde nöbete kalıyor. aslında bazı bomba olayları anlatmayı unutmuşum(yoksa anlattım mı) şimdi de vakit az, en iyisi unutmamak için not alayım sonra detaylı yazarım.
UZMAN RAMAZAN
RÜTBELİ ŞAKASI
52 oyunları
çorumlu sarhoş
illegal işler köşesi
25.04.2008
şu an mesciddeyim. bu alayın içinde isteyenlerin namaz kılabileceği yaklaşık 50 kişilik bir mescid var. bende şuan burada cuma namazı kılmak için bekliyorum. bu bekleme nedense bana biraz tatlı geldi. etraftaki askerlerde tatlı bir telaş var. kimisi oturup dinleniyor, kimi birşeyler okuyor. böyle bir mekan insana çölde vaha gibi geliyor. bugün silahlı atış tekniklerini gördük. yatarak, oturarak, çömelerek, çökerek, oturarak bunlar hepsi birbirinden farklı teknikler. bu eğitimi burada it durmaz diye tabir edilen bir tepe var orada aldık. acayip esiyordu. tir tir titredik. ezan okunuyor namaza başlıcaz şimdi...
çorap kokusu namazda burnumu dağladı valla. bu bot işi belki askerliğin en zor kısmı. bir o kadarda manifestosu olan bir şey. mesela bağlama şekli bile özel. eğer farklı olursa komutandan fırça yenebilir. gerçi bize 3 farklı komutan 3 farklı bağlama şekli gösterdi. artık gelen komutana göre bağlama şeklini değiştiriyoruz. ya da diğer komutan böyle dedi komutanım diyerek topu taça atıyoruz. artık ikinci seçeneği kanıksadık. her durumda böyle diyoz ve yırtıyoruz. sonra bot hergün mutlaka boyama kuralı var. sanki ertesi gün podyuma çıkıcaz gibi botlar sabah pırıl pırıl oluyor. ilk eğitimde pert oluyor. sonra bot seni ezmeden sen botu ez diye bir tabir var. buradaki ezmek tabiri bildiğin ezmek. yani botu aldığında iri birini bulup botun heryerini güzelce ezdiriyorsun. bu sayede bot yumuşuyor ve ayağı vurma ihtimali düşüyor. sonra bot üzerine oturma var buna çökme de deniyor. bunu yazıyla anlatamam. bunla ilgili eski, yeni askerliğin ilk günlerindeki bir hatıramı anlatayım. şimdi komutan botun nasıl bağlanacağından bahsediyor. birini çıkardı kamuflajı sıyırttı, arkadaş uzun kalan ipi botun etrafından dolayarak bağlamıştı. bunu yapmamamız gerektiğini ve fazlalık ipin botun içine sokulması gerektiğini söyledi...
çekirdek yeme sesleri geliyor, canım çekti eğer kovmazsa gidip yicem. bu arada saat 21.40.. şuan 21.50. 10 dakika dahli olabildim. çünkü çekirdeğin sonuna yetişmişim. bu arada artık yavaş yavaş gruplaşma ve tartışmalar başladı. eee! iki hafta geçti artık insanlar yerlerine ve görevlerine alıştı, sahiplendi. tehlike görünce saldırganlaşıyor. bugün bir kaç tane küçük tartışma geçti. içtimaya geç kalan bir arkadaş bizim takımın yemeği son yeme cezası almasına sebep oldu. bu durum bazılarında rahatsızlık oluşturdu. geç kalan arkadaşta biraz rahat tavırlar sergileyince sinirler gerildi. tabi bir de bu olayın tarafları oluşunca kutuplaşma başladı. diğer bir olayda grup oluşturma faaliyetleri. bu durumda insanlar bir kaç gruba ayrılıyor.
1.kendi grubunu oluşturmak isteyenler: bu arkadaşlar içlerindeki liderlik sıfatlarına dayanarak belli bir süre sessizlikten sonra faaliyete başlıyor. ilk olarak bağlama çekiliyor, yani birşeyler ısmarlanıyor kesenin ağzı açılıyor. bazı sıradışılıklar yaparak dikkat çekmeye çalışıyorlar. başka liderlik sıfatı olanları ezmeye çalışıyorlar. her an ışık kapanabilir. saat 22:42 onun için şimdi kesiyoz. yarın devam ederiz.
çorap kokusu namazda burnumu dağladı valla. bu bot işi belki askerliğin en zor kısmı. bir o kadarda manifestosu olan bir şey. mesela bağlama şekli bile özel. eğer farklı olursa komutandan fırça yenebilir. gerçi bize 3 farklı komutan 3 farklı bağlama şekli gösterdi. artık gelen komutana göre bağlama şeklini değiştiriyoruz. ya da diğer komutan böyle dedi komutanım diyerek topu taça atıyoruz. artık ikinci seçeneği kanıksadık. her durumda böyle diyoz ve yırtıyoruz. sonra bot hergün mutlaka boyama kuralı var. sanki ertesi gün podyuma çıkıcaz gibi botlar sabah pırıl pırıl oluyor. ilk eğitimde pert oluyor. sonra bot seni ezmeden sen botu ez diye bir tabir var. buradaki ezmek tabiri bildiğin ezmek. yani botu aldığında iri birini bulup botun heryerini güzelce ezdiriyorsun. bu sayede bot yumuşuyor ve ayağı vurma ihtimali düşüyor. sonra bot üzerine oturma var buna çökme de deniyor. bunu yazıyla anlatamam. bunla ilgili eski, yeni askerliğin ilk günlerindeki bir hatıramı anlatayım. şimdi komutan botun nasıl bağlanacağından bahsediyor. birini çıkardı kamuflajı sıyırttı, arkadaş uzun kalan ipi botun etrafından dolayarak bağlamıştı. bunu yapmamamız gerektiğini ve fazlalık ipin botun içine sokulması gerektiğini söyledi...
çekirdek yeme sesleri geliyor, canım çekti eğer kovmazsa gidip yicem. bu arada saat 21.40.. şuan 21.50. 10 dakika dahli olabildim. çünkü çekirdeğin sonuna yetişmişim. bu arada artık yavaş yavaş gruplaşma ve tartışmalar başladı. eee! iki hafta geçti artık insanlar yerlerine ve görevlerine alıştı, sahiplendi. tehlike görünce saldırganlaşıyor. bugün bir kaç tane küçük tartışma geçti. içtimaya geç kalan bir arkadaş bizim takımın yemeği son yeme cezası almasına sebep oldu. bu durum bazılarında rahatsızlık oluşturdu. geç kalan arkadaşta biraz rahat tavırlar sergileyince sinirler gerildi. tabi bir de bu olayın tarafları oluşunca kutuplaşma başladı. diğer bir olayda grup oluşturma faaliyetleri. bu durumda insanlar bir kaç gruba ayrılıyor.
1.kendi grubunu oluşturmak isteyenler: bu arkadaşlar içlerindeki liderlik sıfatlarına dayanarak belli bir süre sessizlikten sonra faaliyete başlıyor. ilk olarak bağlama çekiliyor, yani birşeyler ısmarlanıyor kesenin ağzı açılıyor. bazı sıradışılıklar yaparak dikkat çekmeye çalışıyorlar. başka liderlik sıfatı olanları ezmeye çalışıyorlar. her an ışık kapanabilir. saat 22:42 onun için şimdi kesiyoz. yarın devam ederiz.
26 Şubat 2019 Salı
24.04.2008
şu an içtima sırasındayız. 15 dakikadır komutanı bekliyoruz, saat 16.00. az önce banyodan geldik, ilk defa sıcak suyla duş aldım. çok güzeldi. sonra dışarıda güneşlendim. güneşte çok güzeldi. bir anda memlekete yani Antalya ya döndüm. orada da evin önüne çıkıp tabureye oturunca böyle yüzüme vururdu güneş. ayakta yazmak oldukça güç. ara sıra birileride gelip ne bu gibi sorularla dikkatimi dağıtıyor. bazısı da bunu kitap yap, adını da askerin seyir defteri koy diyor. şimdi de başka takımdan biri geldi ve gizli not mu alıyorsun deşifre mi edeceksin gibi sordu. her zamanki gibi buna da kinayeli bir cevap verdim. şimdi arkalara çöktüm. bir şeyler yazmak istiyorum vakit varken ama şu an yine bir tıkanıklık yaşıyorum. boş sözleri okumak kadar yazmak da insanı sıkıyor. fakat boş söz kavramı da insanın içinin derinliklerine göre şekilleniyor.
hala anlatmak isteyip de anlatamadığım epey şey var. mesela komutanların yetkilerini kişisel yanlarını tatmin kullanabildiğinden bahsetmiştim(bir çoğu müstesna) buna iki örnek verdim diye hatırlıyorum. aslında bir örnek daha var. şimdi anlatsam mı bilmiyorum. 25 dakika geçti geçti içtima saatinden ve komutan yok ortada. şimdi yazmaya başlarım hemen gelir ve yazı yarım kalır diye korkuyorum. neyse bir ucundan başlayalım. eğitim gördüğümüz alan yatıp, yemek yediğimiz yer ile ayrı yer değil. her eğitim için 4lü yürüyüş kolu oluştup anayolun karşısına geçiyoruz ve karşıdaki askeri birlikte eğitim görüyoruz. 50 dakika ile 30 dakika arasında eğitim 10 ile 30 dakika arasında da istirahat vakitlerimiz var. yine bir istirahat vaktinde kantine çay almak için gidiyordum. sanırım Foça dan gelmiş komando askerler vardı ve onlarda sanırım istirahat halindeydi. üç beşinin yanından geçip kantine doğru gidiyordum. birisi arkamdan bağırdı onbaşı. bu arada bizim buradaki sıfatımı onbaşı sebep olarak da geçen seneki kısa dönem askerler 1.koğuşun uzun dönem askerleri ile problemler yaşamışlar şimdi komutan geldi sonra devam edelim...
komutan geldi ve şimdi banyo yaptınız yemeğe de bir saat var en iyisi istirahat verelim dedi. gerçekten bir anda kalbimi kazanıverdi. yoksa tekrar eğitim alanına gidecez. uygun adım marş marş toz toprak ter falan. neyse şimdi yatakhanedeyim ve eğer kağıt oyununa başlayacak me.... ulaşamazsak yazıma devem edicem.
tekrar onbaşı diye bağırdı. arkamdan da tüm kısa dönemlerin kıdemlisi olan arkadaş geliyordu. bu arkadaş amerika da falan master yaptığı için yaşı ilerlemiş ve askere öyle gelmişti. sanırım 35 yaşındaydı. kıdemlileri de yaşlılar arasından seçiyorlardı. kıdemliye şöyle bir baktım hafifçe,, o da bana; komutanın çağırıyor git bi bak dedi. gittim bende selam verdim esas duruşda durdum, gözümle rütbesini kontrol ettim, uzman dı. askeriye de 4 sınıf rütbe var(benim bildiğim) en yükseği subay ikincisi astsubay, üçüncüsü uzman jandarma ve sonuncu gelen uzman.subay, astsubay ve uzman jandarma belli bir süre askeri okullarda okuyup muvazzaf asker oluyorlar. bu arada subay, astsubay ve diye yazarken ast harflerinden sonra mavi pilot kalemimin mürekkebi bitti. o kalemimi çok severdim. gayet ince ve akıcı yazardı. kıskanırdım hatta. bazıları kalem istedi mi onun yerine siyah kalemimi verirdim. şimdi bitti ve uç alamıyorum. kendimizi her şeye ulaşabilecek zannederken şimdi bir anda böylesi bir mahrumiyet yaşamak insana kendinin aslında çok güçsüz bir yaratık olduğu aklıma getiriyor. özellikle hatırlatıyor demedim.
şimdi askeriyenin sattığı siyah çakma pilot kalemle yazmaya devam ediyorum. uzman ise askeriyenin belli bir işgücünü karşılamak üzere aldığı sözleşmeli elemanlar yani bir nevi sözleşmeli işi ... kapanıyo, yazmaya devam edemicem sanırım.
eee! yatakta uzanarak yazarsan olacağı bu işte. saat 19:43 oldu. yazmayı bırakıp yatağa uzanınca tabi ister istemez hemen uyuyamadım. zaten uyuma güçlüğü çeken birisiyimdir. karşı yatakta birşeylerle uğraşan arkadaşlarla biraz çene çaldık. sonra uyku bastırdı uyumuşum. 17.20de içtima vardı ve 17.15 de uyandı(rıldı)m. zaten kamuflajla yattığım için 5dk da giyinip hemen yatakhanenin önüne gittim. yine bekledik hemde saat 18.00 e kadar. sonra sırayla çıkıp yemeği yedik. yemek için rastgele sıra yapılıyor elbet belli bir aralıkla belli takımların belli mangaları öncelikli giriliyor. toplam 15 dakika da iş halloluyor. yemek yetmeme gibi bir durumda yok, zaten artıyor bile. fakat yine de buna rağmen arkadaşlarda hep bir kaynak yapma arzusu oluyor. 11 kişilik mangadan bakıyorum 2,3 kişi kalmış. bunu laf olsun diye anlatmıyorum söylemek istediğim şu arkadaşlardan birisi bir anda benim önüme geçti ve sıramı aldı. genelde bu durumlarda kimse birbirini üzmüyor. hatta bizzat kendim şimdiye kadar 2 kere son ... olarak yemeğimi yedim. sonuçta değişen birşey olmuyor. ama sıra kapma işinin karşı olduğum tarafları da var o da; izinsiz enayi durumuna düşürürcesine olan. neyse, geçen dedim ya bir arkadaş hemen önüme geçti. sonra bana baktı güldü. bende güldüm. ya birşey farketmez yollu bir laf söyledi. bende farketmezse niye buraya geldin dedim. istersen giderim dedi. yok yok önemli değil diyerek omzuna hafif yumruk attım. aynısını bugünde yaptı. hafif kinayeli bir laf ettim istersen gel önüme geç dedi. tamam dedim ve hemen geçtim. artık tavizim olmadığını anlamıştı. çünkü birincisi hoşgörüydü ama ikincisii enayilik olurdu ve ben ancak birinciyi kaldırabilecek kabiliyetteydim. gerçi durumdan duruma değişirdi.
bugün yemekhane nöbetçi bizdik. yani yemekten sonra masalardaki kaşık, çatal, bardak gibi ne varsa toplayıp masaları silip sandalyeleri ters çevirip iki bidon çöpü de dökmekle görevliydik. çöpü dökerken acı gerçekle yüzleeştik büyük bir depo gibi yere tüm yemek artıklarını döktük ve depo yarısına kadar yemek artıklarıyla doluydu. israf had safhada, yığınla yemek artıyor ve dökülüyor. dile kolay 3000 asker, bunu ayarlamak güç olsa gerek. yemekhanede işimiz bitmişti. artık geceliğimi giymiş yatağımda uzanıyordum. gerçi birazdan eşofmanlarımı giyip içtimaya inicez. saat 20.40 daydı sanırım.
bahsetmek istediğim dikkatimi çeken diğer birşeyde şu; hani demiştim eğitim için anayolun karşıına geçiyoz. geçerken tabi trafiği askerler ellerinde dur geç tabelalarıyla kesiyorlar. özellikle eğitimden gelirken komutanlar özellikle yoldan geçiş esnasında bize bazı marşta söylenen komutları söyletiyorlar. tabi ben komutları sözünü de biraz açmalı. şimdi uygun adım marş denince sol ayakla başlayıp dizleri biraz yukarı çekerek marş marş yürüyoruz. sol ayak daha sert yere vuruyor ve herkes buna ayak uydurmaya çalışıyor. arada da komutanlar komutlar veriyor mesela 1,2 dediği zaman biz her sol ayakla beraber 3,4 diyoruz. 3,4 dediği zaman 1,2 diyoruz. say dediği zaman her sol ayak ile beraber 1,2,3,4 diyoruz. bazen de Atatürk ün özdeyişlerinden söylüyoruz. her sol ayakla bir kelime.
sol-ne
sağ-boş
sol-mutlu
sağ-boş
sol-türküm
sağ-boş
sol-diyene
aynısını bir kez daha tekrarlayıp bu sefer her ayakla bir kelime söylüyoruz.
sol-ne
sağ-mutlu
sol-türküm
sağ-diyene
işte bu marş seranomisini bazı komutanlar anayoldan geçerken özellikle yaptırıyorlar yoldaki duran araçlarda bu seranomiyi izliyor tabi. fakat bu durumla ilgili düşüncem genel bir uygulama olduğu yönünde değil. çünkü sadece belli komutanlar bunu yapıyor. eğer genel bir durum olsa zaten çok göze batıyor. mesela askerde herşey mantıklı mevzuna, her komutan bunu bastıra bastıra söylüyor ki davranışlarıyla askerin mantığı olmazı teyit etseler bile.
bak yine mevzudan uzaklaşmışım. en son uzman meselesini anlatıyordum. neyse gurur murur anlamıyacaktım artık, zaten astek olduğunu söyleyen biriyle kapıştığım için tekrar macera istemiyordum. gittim yanına selam verdim esas duruşta durdum. kısa künyemi okudum. Ümit ....... Fethiye. Fethiye il mi asker dedi. yanındaki de Muğla ya bağlı değil mi dedi. fethiyeliler pek muğlayı kabul etmez diyebildim. yani saçmaladım. 10 dakika beni hesaba çekti meslekten memleketten girdi nasihat etmeye başladı. özür diledim, herşeye tamam dedim yani çalıyı dolaşmaya başladım ite bulaşmaktansa.
o sırada ilerde bizim takımların kıdemlisi bekliyordu. beni gördü ve ne konuştuğumuzu sordu. bende sadece sabretcez abi diyebildim. o da o askeriyenin en alt kıdemlisi bir artislik yaptıysa komutanlara şikayet et dedi. dudak büktüm yanından ayrıldım. hiç şikayet etme gibi bir niyetim yoktu. zira kimi kime şikayet etcez. sonuçta bu sistem kendi muvazzaf askerini korur. hem korumasa ne olacak onu cezalandırsa ne olacak mutlu mu olucam. sonuçta ondaki insanlık saygı ve sevgi gibi hisleri pekiştiremedikten açığa çıkaramadıktan sonra şikayet ve ceza ne işe yarar.
şuan aklıma başka birşey gelmiyor. saat 21.10 ve yatmak istiyorum ama önce yapmam gerekenler var mesela helaya gitmeliyim. bir de burada tuvaletlerin kapısında hela yazıyor. bak bu hoşuma gitti. şuan gidemiyorum çünkü koridor asker dolu. içtimalar yeni bittiği için koridorlar dolu. bak askerliğe gelişimin en ilginç olayını bugün yaşadım ve unutmuşum. ayın 12sinden beri hep askeriye yemeği yedik ve yemekler artık boğazdan zor geçmeye başlamıştı. zira aynı şeyler, ıspanak, pırasa, karnıbahar zaten gına vermeye başlamıştı. hasılı kelam akşam yatakhanedeyken bir avuç arkadaş ellerinde poşetle içeri girdi. poşetin birinde bolca ayran vardı. fakat diğerinde ne vardı? lahmacun. evet lahmacun. kocamandı. birkaç arkadaş hemen yumuldu, epey vardı. bende biraz ayak sürüdüm. bana da seslendiler. bir parça limon aldım ve içine sıktım. sonra sardım bir tane lahmacunu. ne kadar güzeldi. yumuşacıktı. yemeği yiyeli henüz bir saat olmamıştı ama ölmüş gibi yedik. belki 3 tane olsa 3 ünü de yerdim. sonra üzerine arkadaşın yarım bıraktığı ayranı içtim. çok güzel bir duyguydu midem ve beynim aynı şiddetle lezzet almıştı. şimdi hala anlatırken ağzım sulanıyor. çok fazla sulandırmamalı(!)
bugün eğitimde G3 tüfeğinin sökülmesi ve takılmasını gördük. süre tuttum tam olarak 1dk27 saniyede tüm parçalarını söktüm taktım. komutan silah hakkında da biraz bilgi verdi. şimdi bu silah tanımını ezberden yazayım. 7.62mm çapında, 102 cm uzunluğunda 4kilo 250gr ağırlığında. şarjörle dolan, havayla soğuyan. barut gazının geri tepmesi ve icra yayının geri tepmesiyle otomatik veya yarı otomatik olarak çalışan piyadenin temel muharebe silahıdır. işte yazdım. bu tanımı çok hızlı bir şekilde söyleyebiliyorum. askerde böyle bazı şeyler de ezberleniyor. yivli bir silah G3 200mt den bir insanın bacağını kopartırmış. 3 kişi arka arkaya yapışmış olsa öndekine gelse arkadaki iki kişi de ölürmüş. tam bir savaş silahıymış. şimdi üretilenler daha küçük çaplı yani etkisi azama G3 daha güzelmiş. aslında silahı bende oluşturduğu hisleri anlatmak isterdim ama tam olarak nasıl anlatıcam bilemiyorum. o silah kesinlikle hormonları tetikliyor. zira eline alınca bile kendini tuhaf hissediyorum. sanki daha muktedir sanki daha güçlü ve dayanıklı. belki daha önce de köyde kuş falan avlamıştım. oradan bir heves oluşmuştu, onun için. bu his tehlikeli bir histi. zira insan bazen öyle zor durumlara o an böyle bir iktidar elinde olsa onu kendini muktedir kılmak için kullanabilir. yani bu bağlamda bireysel silahlanmanın da tehlikesi ortaya çıkıyor. daha bugün gazetede de okudum eski bir özel hareketçi kendini bırakan eşinin bulunduğu eve el bombası atıp keleş ile taramış. üniversite sınavına hazırlanan oğlu ölmüş. peki bu kişinin elinde böyle bir teçhizat olmasa ne olacaktı en fazla kapıyı pencereyi kıracaktı ama cana kıyamıyacaktı. aslında bireysel silahlanma durdurulmalı...
hala anlatmak isteyip de anlatamadığım epey şey var. mesela komutanların yetkilerini kişisel yanlarını tatmin kullanabildiğinden bahsetmiştim(bir çoğu müstesna) buna iki örnek verdim diye hatırlıyorum. aslında bir örnek daha var. şimdi anlatsam mı bilmiyorum. 25 dakika geçti geçti içtima saatinden ve komutan yok ortada. şimdi yazmaya başlarım hemen gelir ve yazı yarım kalır diye korkuyorum. neyse bir ucundan başlayalım. eğitim gördüğümüz alan yatıp, yemek yediğimiz yer ile ayrı yer değil. her eğitim için 4lü yürüyüş kolu oluştup anayolun karşısına geçiyoruz ve karşıdaki askeri birlikte eğitim görüyoruz. 50 dakika ile 30 dakika arasında eğitim 10 ile 30 dakika arasında da istirahat vakitlerimiz var. yine bir istirahat vaktinde kantine çay almak için gidiyordum. sanırım Foça dan gelmiş komando askerler vardı ve onlarda sanırım istirahat halindeydi. üç beşinin yanından geçip kantine doğru gidiyordum. birisi arkamdan bağırdı onbaşı. bu arada bizim buradaki sıfatımı onbaşı sebep olarak da geçen seneki kısa dönem askerler 1.koğuşun uzun dönem askerleri ile problemler yaşamışlar şimdi komutan geldi sonra devam edelim...
komutan geldi ve şimdi banyo yaptınız yemeğe de bir saat var en iyisi istirahat verelim dedi. gerçekten bir anda kalbimi kazanıverdi. yoksa tekrar eğitim alanına gidecez. uygun adım marş marş toz toprak ter falan. neyse şimdi yatakhanedeyim ve eğer kağıt oyununa başlayacak me.... ulaşamazsak yazıma devem edicem.
tekrar onbaşı diye bağırdı. arkamdan da tüm kısa dönemlerin kıdemlisi olan arkadaş geliyordu. bu arkadaş amerika da falan master yaptığı için yaşı ilerlemiş ve askere öyle gelmişti. sanırım 35 yaşındaydı. kıdemlileri de yaşlılar arasından seçiyorlardı. kıdemliye şöyle bir baktım hafifçe,, o da bana; komutanın çağırıyor git bi bak dedi. gittim bende selam verdim esas duruşda durdum, gözümle rütbesini kontrol ettim, uzman dı. askeriye de 4 sınıf rütbe var(benim bildiğim) en yükseği subay ikincisi astsubay, üçüncüsü uzman jandarma ve sonuncu gelen uzman.subay, astsubay ve uzman jandarma belli bir süre askeri okullarda okuyup muvazzaf asker oluyorlar. bu arada subay, astsubay ve diye yazarken ast harflerinden sonra mavi pilot kalemimin mürekkebi bitti. o kalemimi çok severdim. gayet ince ve akıcı yazardı. kıskanırdım hatta. bazıları kalem istedi mi onun yerine siyah kalemimi verirdim. şimdi bitti ve uç alamıyorum. kendimizi her şeye ulaşabilecek zannederken şimdi bir anda böylesi bir mahrumiyet yaşamak insana kendinin aslında çok güçsüz bir yaratık olduğu aklıma getiriyor. özellikle hatırlatıyor demedim.
şimdi askeriyenin sattığı siyah çakma pilot kalemle yazmaya devam ediyorum. uzman ise askeriyenin belli bir işgücünü karşılamak üzere aldığı sözleşmeli elemanlar yani bir nevi sözleşmeli işi ... kapanıyo, yazmaya devam edemicem sanırım.
eee! yatakta uzanarak yazarsan olacağı bu işte. saat 19:43 oldu. yazmayı bırakıp yatağa uzanınca tabi ister istemez hemen uyuyamadım. zaten uyuma güçlüğü çeken birisiyimdir. karşı yatakta birşeylerle uğraşan arkadaşlarla biraz çene çaldık. sonra uyku bastırdı uyumuşum. 17.20de içtima vardı ve 17.15 de uyandı(rıldı)m. zaten kamuflajla yattığım için 5dk da giyinip hemen yatakhanenin önüne gittim. yine bekledik hemde saat 18.00 e kadar. sonra sırayla çıkıp yemeği yedik. yemek için rastgele sıra yapılıyor elbet belli bir aralıkla belli takımların belli mangaları öncelikli giriliyor. toplam 15 dakika da iş halloluyor. yemek yetmeme gibi bir durumda yok, zaten artıyor bile. fakat yine de buna rağmen arkadaşlarda hep bir kaynak yapma arzusu oluyor. 11 kişilik mangadan bakıyorum 2,3 kişi kalmış. bunu laf olsun diye anlatmıyorum söylemek istediğim şu arkadaşlardan birisi bir anda benim önüme geçti ve sıramı aldı. genelde bu durumlarda kimse birbirini üzmüyor. hatta bizzat kendim şimdiye kadar 2 kere son ... olarak yemeğimi yedim. sonuçta değişen birşey olmuyor. ama sıra kapma işinin karşı olduğum tarafları da var o da; izinsiz enayi durumuna düşürürcesine olan. neyse, geçen dedim ya bir arkadaş hemen önüme geçti. sonra bana baktı güldü. bende güldüm. ya birşey farketmez yollu bir laf söyledi. bende farketmezse niye buraya geldin dedim. istersen giderim dedi. yok yok önemli değil diyerek omzuna hafif yumruk attım. aynısını bugünde yaptı. hafif kinayeli bir laf ettim istersen gel önüme geç dedi. tamam dedim ve hemen geçtim. artık tavizim olmadığını anlamıştı. çünkü birincisi hoşgörüydü ama ikincisii enayilik olurdu ve ben ancak birinciyi kaldırabilecek kabiliyetteydim. gerçi durumdan duruma değişirdi.
bugün yemekhane nöbetçi bizdik. yani yemekten sonra masalardaki kaşık, çatal, bardak gibi ne varsa toplayıp masaları silip sandalyeleri ters çevirip iki bidon çöpü de dökmekle görevliydik. çöpü dökerken acı gerçekle yüzleeştik büyük bir depo gibi yere tüm yemek artıklarını döktük ve depo yarısına kadar yemek artıklarıyla doluydu. israf had safhada, yığınla yemek artıyor ve dökülüyor. dile kolay 3000 asker, bunu ayarlamak güç olsa gerek. yemekhanede işimiz bitmişti. artık geceliğimi giymiş yatağımda uzanıyordum. gerçi birazdan eşofmanlarımı giyip içtimaya inicez. saat 20.40 daydı sanırım.
bahsetmek istediğim dikkatimi çeken diğer birşeyde şu; hani demiştim eğitim için anayolun karşıına geçiyoz. geçerken tabi trafiği askerler ellerinde dur geç tabelalarıyla kesiyorlar. özellikle eğitimden gelirken komutanlar özellikle yoldan geçiş esnasında bize bazı marşta söylenen komutları söyletiyorlar. tabi ben komutları sözünü de biraz açmalı. şimdi uygun adım marş denince sol ayakla başlayıp dizleri biraz yukarı çekerek marş marş yürüyoruz. sol ayak daha sert yere vuruyor ve herkes buna ayak uydurmaya çalışıyor. arada da komutanlar komutlar veriyor mesela 1,2 dediği zaman biz her sol ayakla beraber 3,4 diyoruz. 3,4 dediği zaman 1,2 diyoruz. say dediği zaman her sol ayak ile beraber 1,2,3,4 diyoruz. bazen de Atatürk ün özdeyişlerinden söylüyoruz. her sol ayakla bir kelime.
sol-ne
sağ-boş
sol-mutlu
sağ-boş
sol-türküm
sağ-boş
sol-diyene
aynısını bir kez daha tekrarlayıp bu sefer her ayakla bir kelime söylüyoruz.
sol-ne
sağ-mutlu
sol-türküm
sağ-diyene
işte bu marş seranomisini bazı komutanlar anayoldan geçerken özellikle yaptırıyorlar yoldaki duran araçlarda bu seranomiyi izliyor tabi. fakat bu durumla ilgili düşüncem genel bir uygulama olduğu yönünde değil. çünkü sadece belli komutanlar bunu yapıyor. eğer genel bir durum olsa zaten çok göze batıyor. mesela askerde herşey mantıklı mevzuna, her komutan bunu bastıra bastıra söylüyor ki davranışlarıyla askerin mantığı olmazı teyit etseler bile.
bak yine mevzudan uzaklaşmışım. en son uzman meselesini anlatıyordum. neyse gurur murur anlamıyacaktım artık, zaten astek olduğunu söyleyen biriyle kapıştığım için tekrar macera istemiyordum. gittim yanına selam verdim esas duruşta durdum. kısa künyemi okudum. Ümit ....... Fethiye. Fethiye il mi asker dedi. yanındaki de Muğla ya bağlı değil mi dedi. fethiyeliler pek muğlayı kabul etmez diyebildim. yani saçmaladım. 10 dakika beni hesaba çekti meslekten memleketten girdi nasihat etmeye başladı. özür diledim, herşeye tamam dedim yani çalıyı dolaşmaya başladım ite bulaşmaktansa.
o sırada ilerde bizim takımların kıdemlisi bekliyordu. beni gördü ve ne konuştuğumuzu sordu. bende sadece sabretcez abi diyebildim. o da o askeriyenin en alt kıdemlisi bir artislik yaptıysa komutanlara şikayet et dedi. dudak büktüm yanından ayrıldım. hiç şikayet etme gibi bir niyetim yoktu. zira kimi kime şikayet etcez. sonuçta bu sistem kendi muvazzaf askerini korur. hem korumasa ne olacak onu cezalandırsa ne olacak mutlu mu olucam. sonuçta ondaki insanlık saygı ve sevgi gibi hisleri pekiştiremedikten açığa çıkaramadıktan sonra şikayet ve ceza ne işe yarar.
şuan aklıma başka birşey gelmiyor. saat 21.10 ve yatmak istiyorum ama önce yapmam gerekenler var mesela helaya gitmeliyim. bir de burada tuvaletlerin kapısında hela yazıyor. bak bu hoşuma gitti. şuan gidemiyorum çünkü koridor asker dolu. içtimalar yeni bittiği için koridorlar dolu. bak askerliğe gelişimin en ilginç olayını bugün yaşadım ve unutmuşum. ayın 12sinden beri hep askeriye yemeği yedik ve yemekler artık boğazdan zor geçmeye başlamıştı. zira aynı şeyler, ıspanak, pırasa, karnıbahar zaten gına vermeye başlamıştı. hasılı kelam akşam yatakhanedeyken bir avuç arkadaş ellerinde poşetle içeri girdi. poşetin birinde bolca ayran vardı. fakat diğerinde ne vardı? lahmacun. evet lahmacun. kocamandı. birkaç arkadaş hemen yumuldu, epey vardı. bende biraz ayak sürüdüm. bana da seslendiler. bir parça limon aldım ve içine sıktım. sonra sardım bir tane lahmacunu. ne kadar güzeldi. yumuşacıktı. yemeği yiyeli henüz bir saat olmamıştı ama ölmüş gibi yedik. belki 3 tane olsa 3 ünü de yerdim. sonra üzerine arkadaşın yarım bıraktığı ayranı içtim. çok güzel bir duyguydu midem ve beynim aynı şiddetle lezzet almıştı. şimdi hala anlatırken ağzım sulanıyor. çok fazla sulandırmamalı(!)
bugün eğitimde G3 tüfeğinin sökülmesi ve takılmasını gördük. süre tuttum tam olarak 1dk27 saniyede tüm parçalarını söktüm taktım. komutan silah hakkında da biraz bilgi verdi. şimdi bu silah tanımını ezberden yazayım. 7.62mm çapında, 102 cm uzunluğunda 4kilo 250gr ağırlığında. şarjörle dolan, havayla soğuyan. barut gazının geri tepmesi ve icra yayının geri tepmesiyle otomatik veya yarı otomatik olarak çalışan piyadenin temel muharebe silahıdır. işte yazdım. bu tanımı çok hızlı bir şekilde söyleyebiliyorum. askerde böyle bazı şeyler de ezberleniyor. yivli bir silah G3 200mt den bir insanın bacağını kopartırmış. 3 kişi arka arkaya yapışmış olsa öndekine gelse arkadaki iki kişi de ölürmüş. tam bir savaş silahıymış. şimdi üretilenler daha küçük çaplı yani etkisi azama G3 daha güzelmiş. aslında silahı bende oluşturduğu hisleri anlatmak isterdim ama tam olarak nasıl anlatıcam bilemiyorum. o silah kesinlikle hormonları tetikliyor. zira eline alınca bile kendini tuhaf hissediyorum. sanki daha muktedir sanki daha güçlü ve dayanıklı. belki daha önce de köyde kuş falan avlamıştım. oradan bir heves oluşmuştu, onun için. bu his tehlikeli bir histi. zira insan bazen öyle zor durumlara o an böyle bir iktidar elinde olsa onu kendini muktedir kılmak için kullanabilir. yani bu bağlamda bireysel silahlanmanın da tehlikesi ortaya çıkıyor. daha bugün gazetede de okudum eski bir özel hareketçi kendini bırakan eşinin bulunduğu eve el bombası atıp keleş ile taramış. üniversite sınavına hazırlanan oğlu ölmüş. peki bu kişinin elinde böyle bir teçhizat olmasa ne olacaktı en fazla kapıyı pencereyi kıracaktı ama cana kıyamıyacaktı. aslında bireysel silahlanma durdurulmalı...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)