Etiketler

Etiketler

2 Mart 2019 Cumartesi

01.05.2008

askerdeki ilk ayımı devirmiş oldum. saat 06.54 bugün içtima 07.45 de yani biraz geç olduğu için yatakhanede uzanıyoz.

4. not diriliş miş.
sanırım 2.hafta eğitim alanındayken yüzbaşı rütbeli birisi geldi. yani buradaki bütün komutanlarımızdan rütbeliydi. biraz konuşma yaptı, hatta konuşmasında buradaki olayları sakın ailenize tanıdıklarınıza anlatmayın demişti.(bunu yazdığımı hatırlıyorum) sonra bir kitap  var dedi. biz askeriye olarak herkesin okumasını istiyoruz. tüm komutanlarınız edindi sizinde almamınızı istiyoruz. burada vaktiniz çok. bolca okursunuz dedi. halbuki vakit kısıtlı. Turgut Özakman ın Diriliş kitabıydı bu kitap. sonra bizim komutanlarımızdan biri geldi. isteyenler istemeyenler şeklinde sayım yapıldı. yarımızdan daha az kişi istedi kitabı. komutanımız hadi ama siz okumuş insanlarsınız deyince sanırım yarıya ulaştı ve paralar toplandı birkaç gün sonra da kitap geldi. ben okumamıştım. okumaya zaten hafta içi vakit yoktu. vakit bulduğumda anıları yazıyordum. bu mevzu da böyle işte.

önceki notların sonuncusu: müşteki
çaycının önündeyiz, çay bekliyoruz. her zamanki gibi bizim koğuştan birkaç arkadaş var. diğer kısa dönemlerden de birkaç kişi nasıl çıktı bilmiyorum ama müşteki kelimesi bir anda telaffuz ettim sanırım. benim yan yatağımda yatan ve emin olmadığı konularda bile tartışan, hatta beni basket oyununda egale etmeye çalışan işveren arkadaş(amma behsetmişim) müşteki ne demek canım gibi birşey söyledi. şikayetçi olan dedim. yani kelimeyi o manada kullanmıştım. şikayetçi olan demek değil canımlı bir cümle kurdu yine. kelimeleri kullanışı ve bakışları küçültücüydü. ama niyeti küçültmek değildi. sadece hayatı boyunca tüm sosyal ortamlarda ailesinin maddi manevi kredisiyle dominant bir yaşam yaşamıştı ve aynı baskınlığı askerde de sürdürmek istiyordu. bunun içindi bilip bilmeden girdiği tartışmaları. ben söylemimde ısrar etmiştim. bu sefer daha da ileri gitti ve yani çocukların yüzü hafifçe sıvazlanırya işteöyle sıvazladı suratımı. yani çocuksun demek istiyordu. aynı arkadaş birgün çamların dibinde 3-5 kişi otururken bize bir kitaptan alıntı
okumuştu. Abraham Linkol ün çocuğunun öğretmenine yazdığı mektuptan okudu. orada bir söz geçiyordu doğru bbildiğinde ısrar et gibi. acaba gerçekten her doğru
bildiğinde ısrar etmelimiydi ben bunu pek yapamazdım çünkü. ısrar etmedim. ordan bir arkadaşa sordum o da şikayet eden olması lazım dedi. bizim koğuşta bir edebiyatçı arkadaş var ona sorduk o da bilemedi. polşis bir arkadaş ise suç olaylarında ergen olmayan bir kişi ile ergen olmayan bir kişinin herhangi bir şikayete dayalı talebine denir gibi bir tanım yaptı. sonra aklıma geldi. hemen kütüphaneye gittim. sözlük ansiklopedi olan bir kitap buldum ve doğruca koğuşa getirdim. arkadaşa gösterdim tabi hiçbir şey diyemedi. bende onu küçümser gibi hareket ve sözler söylemeye çalıştım ama başarılı olamadım. hiç de olamamıştım zaten. bu mesele de böyle bitti. ama o günlerden beri süregelen bu alaycılık seçiyorum aynı arkadaşın bana karşı olan tavır ve sözlerinde. belki bir histeri bu, bilmiyorum.

eski notlar bitti. şimdi dünü anlatmalı anlatmalı aslında ama içtimaya az kaldı onun yerine ben başka bir hatıramdan bahsedeyim. askere gelmeden önce duyardım. elektrik mühendisine TV açma-kapama görevi, inşaat mühendislerine tuğla taşıma gibi görevler verildiğini güler geçerdim. bir ara bizim komutanlardan biri iyi masa tenisi bilen var mı dedi. birkaç kişi el kaldırdı. onları yanına çağırdı ve bir masa getirtti. eee onlar masayı iyi taşır diye düşündü herhalde.(!) masanın işi bitmişti. bu sefer bilardo oynayan var mı dedi. en az 10 el kalktı ama bir uğultuyla beraber eller hemen indi. millet uyanmıştı. yine masa taşınacaktı ama geç kalmışlardı. yine birkaç kişiyi .... ve masayı taşıttı komutan. ama şu var komutan bunları yaparken esprili bir yaklaşım sergiliyordu yani inandığı için yapmıyordu ve bizde eğleniyorduk. ama bazı komutanlar yaptığı saçmalıklara birde mantık yüklemeye çalışınca işte o zaman acayip bir durum ortaya çıkıyor. aaa! bak şimdi aklıma geldi. hani çok iyi ya diye başlayıp sonra anlatayım dediğim şeyi unutmayayım demiştim ya şimdi aklıma geldi. gerçi vakit kalmadı saat 7.30 oldu, içtima yakın. bu sefer unutmuyacak şekilde not alayım.
istirahatteyken istirahat et inşallah hatırlatıcı olur.

saat 10.53 şu an toplantı salonundayız. sinevizyonda savaşları anlatan bir belgesel var. (2.dünya, çanakkale falan) dar bi mekandayız herkese oturacak yer bile yok. bazıları ayakta izliyor saatlik belgeseli. ben köşede, kuytuda bir yer buldum. sol omzum pencerenin mermer pervazına yaslandığı için epey üşüdü burda, ona da çare buldum ve şapkamı mermerle arama koydum. şu an defteri gizlice çıkardım ve yazmaya çalışıyorum. komutanlar görmemeli. izlememe gibi bir şansınız yok. herşey emirle bugünün ilginç olayları var ama dünü nasıl ve ne zaman anlatcaz bilemiyorum. yine eğitim gördüğümüz bölgeye getirdiler ve kantinin oraya konuşlandırdılar. ayrılmak yok ama yapcak işde yok. bu arada biz de askeriyenin sınır duvarının yanına geldik ve dışardan geçen sivil hayata baktık. çok değil bizde 3 hafta önce onlar gibiydik ama şimdi öyle değiliz. oradan geçen bisikletli bir amcaya arkadaş simitçi var mı burada diye sordu. yok dedi gitti amca bende sanki simiti olsa gidip alcan dedim. amacı simitçi sormak değildi zaten. eğer yardımcı olmak isteyen biri olursa dışardan sipariş vermek. çünkü ne kantin açıktı ne de çay vardı. zaten iki gündür çay içemiyordum ve artık eskisi gibi de aramıyordum. (sabah kahvaltısında içtiğimi saymazsanız). biz bu arada gülüşürken amca döndü geldi. arkadaş amca karnımız aç, kahvaltı yapmadık(arkadaş yapmamıştı) şurdaki bakkaldan kek alabilir misiniz dedi. bir miktar para uzattık amcaya fakat amca bisikletten inmiyordu. oradan geçen biri elimizden aldı parayı ve amcaya verdi. amca 50m ilerdeki bakkala gitti. bisikletten zor indi ve zor yürüyordu. meğerse sakatmış epey amca. halbuki bisiklette çok sağlam görünüyordu. eşya işte insanın eksikliklerini kapatıyor. bir süre kaldı amca bakkalda sonra elince bir poşetle çıktı amca ve bisikletine binip yanımıza geldi. bir büyük bisküvi, 2 kek ve birde meyve suyu almıştı. halbuki biz amcaya unun yarısı kadar fiyatta para vermişttik. her halinden gariban olduğu anlaşılan bu amca cebinden para koymuştu. geri çeviremez veya yeni bir ücrette teklif edemezdik. insanımızın cömertliğine hakaret olurdu bu. ben kahvaltı yapmıştım ve aç değildim. arkadaş kekleri ve meyve suyunu aldı bende büyük boy bisküviyi açtım ve sıradan tanıdık tanımadık herkese dağıtmaya çalıştım. sonra 20mt ilerimizde de diğer asker arkadaşlar başka siparişler peşindeydi. bu arada film yani belgesel bitti. galiba gidicez. bitiriyorum şimdilik. bitmedi ya. yine başa mı aldılar anlamadım ki. veya sonu galiba kimse birşeyde demiyor ki. aha işte tekrar başladı. beyse yazmaya devam.

arkadaşların yanına gittim. ne siparişi veriyorlar acaba düşüncesiyle onlarda aynı bakkaldan başkaları aracılığıyla sipariş vermişlerdi. sonra ilerden hızla gelen bir simitçi gördük. simitçinin 15 simit ve 10 poğaçası vardı, saniyesinde bitti. ben alamamıştım. aslında amca bana verecekti 5 simit ama 20ytl yi görünce elimde bozuk yok deyip başkalarına yönelmişti. ama biz duvar kenarında yine bir duvar gibi diziliydik.  başka yokmu sesleri yükseliyordu. amca 5dakikaya kadar getiririm deyip arabasını bıraktı ve koşa koşa gitti. 10dakika geçti fakat gelmedi amca. o sırada komutanlar bizi tekrar sıraya geçirdi ve toplantı salonuna getirdi işte hala buradayız. az önce verilen arada gittim simitçiden simit istediğimiz yere tabiki yerinde yoktu. oralarda ki bir asker amca gelip bizi göremeyince söve söve gittiğini söyledi. bizim kısa dönemlerden biriyse şöyle dedi. bize mi sövdü, komutanlara mı? bana garip geldi bu soru.

saat  22.41 birşeyler yazmak istiyorum ama ışıklarda söndü. defteri mavi floransa doğru yönelttim güç bela yazıyorum. yatakhanedeki beyaz floranslardan birinin dışını mavi boya ile boyamışlar ve mavi renkli bir gece lambası olmuş. şimdi yatağımdan kalktın ve gece lambasının tam altındaki boş yatağa konuşlandım. gayet güzel görünüyor. fakat fazla yazı yazamam herhalde çünkü yatmalıyım. yarın cuma ve büyük ihtimal devamlı yürücez.
önceki notları anlatmak gerek. hem bugün öğleden sonra da pek birşey olmadı. sadece banyoya gittik. o iğrenç banyoda yıkandım. ama öyle böyle değil hakkaten iğrenç. denetleme ayağıyla heryeri yalayıp yutturuyorlar ama neden bu banyolar bu halde. anlamadım. ya öyle sanır, gri falan değil resmen çoğu yer siyah. duvarlar ve perde yapış yapış. dokunmamak için binbir çaba gösterdim sağa sola. diğer banyolardan ise tuhaf tuhaf sesler geliyor. 10 dakikada 5 kere şampuanlanıp çıktım banyodan. en güzel kısmı da güneş, sonra dışarda güneşlemek. banyodan da sonra komutan istirahat verdi ama sadece yatakhanede bulunmak şartıyla. tuvalet yok, kantine gitmek yok. sadece yatakhane. denetleme var diye tüm çöp kovaları bile kaldırmışlar tüm tuvaletler kilitli. bu kadar asker ne yapıyor diye sorarsan bir ara banyoya birisi sıçmış diye banyolar iptal olmuştu. işte şimdi o sıçan adama hak verdim, zira tuvaletler kilitli millet ne yapsın. ben buraları denetleyen komutan olsaydım sorardım. bunca asker var, nereye çöp atıyor bunlar diye. en basitinden sorardım. ama eminim o da biliyordur durumları. herşeyin göstermelik olduğunu. saat 23.00 oldu. aldığım notları anlatmak yarına kaldı. tabi nasip olursa.













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder