Etiketler

Etiketler

26 Şubat 2019 Salı

24.04.2008

   şu an içtima sırasındayız. 15 dakikadır komutanı bekliyoruz, saat 16.00. az önce banyodan geldik, ilk defa sıcak suyla duş aldım. çok güzeldi. sonra dışarıda güneşlendim. güneşte çok güzeldi. bir anda memlekete yani Antalya ya döndüm. orada da evin önüne çıkıp tabureye oturunca böyle yüzüme vururdu güneş. ayakta yazmak oldukça güç. ara sıra birileride gelip ne bu gibi sorularla dikkatimi dağıtıyor. bazısı da bunu kitap yap, adını da askerin seyir defteri koy diyor. şimdi de başka takımdan biri geldi ve gizli not mu alıyorsun deşifre mi edeceksin gibi sordu. her zamanki gibi buna da kinayeli bir cevap verdim. şimdi arkalara çöktüm. bir şeyler yazmak istiyorum vakit varken ama şu an yine bir tıkanıklık yaşıyorum. boş sözleri okumak kadar yazmak da insanı sıkıyor. fakat boş söz kavramı da insanın içinin derinliklerine göre şekilleniyor.
    hala anlatmak isteyip de anlatamadığım epey şey var. mesela komutanların yetkilerini kişisel yanlarını tatmin kullanabildiğinden bahsetmiştim(bir çoğu müstesna) buna iki örnek verdim diye hatırlıyorum. aslında bir örnek daha var. şimdi anlatsam mı bilmiyorum. 25 dakika geçti geçti içtima saatinden ve komutan yok ortada. şimdi yazmaya başlarım hemen gelir ve yazı yarım kalır diye korkuyorum. neyse bir ucundan başlayalım. eğitim gördüğümüz alan yatıp, yemek yediğimiz yer ile ayrı yer değil. her eğitim için 4lü yürüyüş kolu oluştup anayolun karşısına geçiyoruz ve karşıdaki askeri birlikte eğitim görüyoruz. 50 dakika ile 30 dakika arasında eğitim 10 ile 30 dakika arasında da istirahat vakitlerimiz var. yine bir istirahat vaktinde kantine çay almak için gidiyordum. sanırım Foça dan gelmiş komando askerler vardı ve onlarda sanırım istirahat halindeydi. üç beşinin yanından geçip kantine doğru gidiyordum. birisi arkamdan bağırdı onbaşı. bu arada bizim buradaki sıfatımı onbaşı sebep olarak da geçen seneki kısa dönem askerler 1.koğuşun uzun dönem askerleri ile problemler yaşamışlar şimdi komutan geldi sonra devam edelim...

    komutan geldi ve şimdi banyo yaptınız yemeğe de bir saat var en iyisi istirahat verelim dedi. gerçekten bir anda kalbimi kazanıverdi. yoksa tekrar eğitim alanına gidecez. uygun adım marş marş toz toprak ter falan. neyse şimdi yatakhanedeyim ve eğer kağıt oyununa başlayacak me.... ulaşamazsak yazıma devem edicem.

    tekrar onbaşı diye bağırdı. arkamdan da tüm kısa dönemlerin kıdemlisi olan arkadaş geliyordu. bu arkadaş amerika da falan master yaptığı için yaşı ilerlemiş ve askere öyle gelmişti. sanırım 35 yaşındaydı. kıdemlileri de yaşlılar arasından seçiyorlardı. kıdemliye şöyle bir baktım hafifçe,, o da bana; komutanın çağırıyor git bi bak dedi. gittim bende selam verdim esas duruşda durdum, gözümle rütbesini kontrol ettim, uzman dı. askeriye de 4 sınıf rütbe var(benim bildiğim) en yükseği subay ikincisi astsubay, üçüncüsü uzman jandarma ve sonuncu gelen uzman.subay, astsubay ve uzman jandarma belli bir süre askeri okullarda okuyup muvazzaf asker oluyorlar. bu arada subay, astsubay ve diye yazarken ast harflerinden sonra mavi pilot kalemimin mürekkebi bitti. o kalemimi çok severdim. gayet ince ve akıcı yazardı. kıskanırdım hatta. bazıları kalem istedi mi onun yerine siyah kalemimi verirdim. şimdi bitti ve uç alamıyorum. kendimizi her şeye ulaşabilecek zannederken şimdi bir anda böylesi bir mahrumiyet yaşamak insana kendinin aslında çok güçsüz bir yaratık olduğu aklıma getiriyor. özellikle hatırlatıyor demedim.
    şimdi askeriyenin sattığı siyah çakma pilot kalemle yazmaya devam ediyorum. uzman ise askeriyenin belli bir işgücünü karşılamak üzere aldığı sözleşmeli elemanlar yani bir nevi sözleşmeli işi ... kapanıyo, yazmaya devam edemicem sanırım.
   
    eee! yatakta uzanarak yazarsan olacağı bu işte. saat 19:43 oldu. yazmayı bırakıp yatağa uzanınca tabi ister istemez hemen uyuyamadım. zaten uyuma güçlüğü çeken birisiyimdir. karşı yatakta birşeylerle uğraşan arkadaşlarla biraz çene çaldık. sonra uyku bastırdı uyumuşum. 17.20de içtima vardı ve 17.15 de uyandı(rıldı)m. zaten kamuflajla yattığım için 5dk da giyinip hemen yatakhanenin önüne gittim. yine bekledik hemde saat 18.00 e kadar. sonra sırayla çıkıp yemeği yedik. yemek için rastgele sıra yapılıyor elbet belli bir aralıkla belli takımların belli mangaları öncelikli giriliyor. toplam 15 dakika da iş halloluyor. yemek yetmeme gibi bir durumda yok, zaten artıyor bile. fakat yine de buna rağmen arkadaşlarda hep bir kaynak yapma arzusu oluyor. 11 kişilik mangadan bakıyorum 2,3 kişi kalmış. bunu laf olsun diye anlatmıyorum söylemek istediğim şu arkadaşlardan birisi bir anda benim önüme geçti ve sıramı aldı. genelde bu durumlarda kimse birbirini üzmüyor. hatta bizzat kendim şimdiye kadar 2 kere son ... olarak yemeğimi yedim. sonuçta değişen birşey olmuyor. ama sıra kapma işinin karşı olduğum tarafları da var o da; izinsiz enayi durumuna düşürürcesine olan. neyse, geçen dedim ya bir arkadaş hemen önüme geçti. sonra bana baktı güldü. bende güldüm. ya birşey farketmez yollu bir laf söyledi. bende farketmezse niye buraya geldin dedim. istersen giderim dedi. yok yok önemli değil diyerek omzuna hafif yumruk attım. aynısını bugünde yaptı. hafif kinayeli bir laf ettim istersen gel önüme geç dedi. tamam dedim ve hemen geçtim. artık tavizim olmadığını anlamıştı. çünkü birincisi hoşgörüydü ama ikincisii enayilik olurdu ve ben ancak birinciyi kaldırabilecek kabiliyetteydim. gerçi durumdan duruma değişirdi.
    bugün yemekhane nöbetçi bizdik. yani yemekten sonra masalardaki kaşık, çatal, bardak gibi ne varsa toplayıp masaları silip sandalyeleri ters çevirip iki bidon çöpü de dökmekle görevliydik. çöpü dökerken acı gerçekle yüzleeştik büyük bir depo gibi yere tüm yemek artıklarını döktük ve depo yarısına kadar yemek artıklarıyla doluydu. israf had safhada, yığınla yemek artıyor ve dökülüyor. dile kolay 3000 asker, bunu ayarlamak güç olsa gerek. yemekhanede işimiz bitmişti. artık geceliğimi giymiş yatağımda uzanıyordum. gerçi birazdan eşofmanlarımı giyip içtimaya inicez. saat 20.40 daydı sanırım.
     bahsetmek istediğim dikkatimi çeken diğer birşeyde şu; hani demiştim eğitim için anayolun karşıına geçiyoz. geçerken tabi trafiği askerler ellerinde dur geç tabelalarıyla kesiyorlar. özellikle eğitimden gelirken komutanlar özellikle yoldan geçiş esnasında bize bazı marşta söylenen komutları söyletiyorlar. tabi ben komutları sözünü de biraz açmalı. şimdi uygun adım marş denince sol ayakla başlayıp dizleri biraz yukarı çekerek marş marş yürüyoruz. sol ayak daha sert yere vuruyor ve herkes buna ayak uydurmaya çalışıyor. arada da komutanlar komutlar veriyor mesela 1,2 dediği zaman biz her sol ayakla beraber 3,4 diyoruz. 3,4 dediği zaman 1,2 diyoruz. say dediği zaman her sol ayak ile beraber 1,2,3,4 diyoruz. bazen de Atatürk ün özdeyişlerinden söylüyoruz. her sol ayakla bir kelime.
sol-ne
sağ-boş
sol-mutlu
sağ-boş
sol-türküm
sağ-boş
sol-diyene

aynısını bir kez daha tekrarlayıp bu sefer her ayakla bir kelime söylüyoruz.
sol-ne
sağ-mutlu
sol-türküm
sağ-diyene

işte bu marş seranomisini bazı komutanlar anayoldan geçerken özellikle yaptırıyorlar yoldaki duran araçlarda bu seranomiyi izliyor tabi. fakat bu durumla ilgili düşüncem genel bir uygulama olduğu yönünde değil. çünkü sadece belli komutanlar bunu yapıyor. eğer genel bir durum olsa zaten çok göze batıyor. mesela askerde herşey mantıklı mevzuna, her komutan bunu bastıra bastıra söylüyor ki davranışlarıyla askerin mantığı olmazı teyit etseler bile.
    bak yine mevzudan uzaklaşmışım. en son uzman meselesini anlatıyordum. neyse gurur murur anlamıyacaktım artık, zaten astek olduğunu söyleyen biriyle kapıştığım için tekrar macera istemiyordum. gittim yanına selam verdim esas duruşta durdum. kısa künyemi okudum. Ümit ....... Fethiye. Fethiye il mi asker dedi. yanındaki de Muğla ya bağlı değil mi dedi. fethiyeliler pek muğlayı kabul etmez diyebildim. yani saçmaladım. 10 dakika beni hesaba çekti meslekten memleketten girdi nasihat etmeye başladı. özür diledim, herşeye tamam dedim yani çalıyı dolaşmaya başladım ite bulaşmaktansa.
    o sırada ilerde bizim takımların kıdemlisi bekliyordu. beni gördü ve ne konuştuğumuzu sordu. bende sadece sabretcez abi diyebildim. o da o askeriyenin en alt kıdemlisi bir artislik yaptıysa komutanlara şikayet et dedi. dudak büktüm yanından ayrıldım. hiç şikayet etme gibi bir niyetim yoktu. zira kimi kime şikayet etcez. sonuçta bu sistem kendi muvazzaf askerini korur. hem korumasa ne olacak onu cezalandırsa ne olacak mutlu mu olucam. sonuçta ondaki insanlık saygı ve sevgi gibi hisleri pekiştiremedikten açığa çıkaramadıktan sonra şikayet ve ceza ne işe yarar.

    şuan aklıma başka birşey gelmiyor. saat 21.10 ve yatmak istiyorum ama önce yapmam gerekenler var mesela helaya gitmeliyim. bir de burada tuvaletlerin kapısında hela yazıyor. bak bu hoşuma gitti. şuan gidemiyorum çünkü koridor asker dolu. içtimalar yeni bittiği için koridorlar dolu. bak askerliğe gelişimin en ilginç olayını bugün yaşadım ve unutmuşum. ayın 12sinden beri hep askeriye yemeği yedik ve yemekler artık boğazdan zor geçmeye başlamıştı. zira aynı şeyler, ıspanak, pırasa, karnıbahar zaten gına vermeye başlamıştı. hasılı kelam akşam yatakhanedeyken bir avuç arkadaş ellerinde poşetle içeri girdi. poşetin birinde bolca ayran vardı. fakat diğerinde ne vardı? lahmacun. evet lahmacun. kocamandı. birkaç arkadaş hemen yumuldu, epey vardı. bende biraz ayak sürüdüm. bana da seslendiler. bir parça limon aldım ve içine sıktım. sonra sardım bir tane lahmacunu. ne kadar güzeldi. yumuşacıktı. yemeği yiyeli henüz bir saat olmamıştı ama ölmüş gibi yedik. belki 3 tane olsa 3 ünü de yerdim. sonra üzerine arkadaşın yarım bıraktığı ayranı içtim. çok güzel bir duyguydu midem ve beynim aynı şiddetle lezzet almıştı. şimdi hala anlatırken ağzım sulanıyor. çok fazla sulandırmamalı(!)
    bugün eğitimde G3 tüfeğinin sökülmesi ve takılmasını gördük. süre tuttum tam olarak 1dk27 saniyede tüm parçalarını söktüm taktım. komutan silah hakkında da biraz bilgi verdi. şimdi bu silah tanımını ezberden yazayım. 7.62mm çapında, 102 cm uzunluğunda 4kilo 250gr ağırlığında. şarjörle dolan, havayla soğuyan. barut gazının geri tepmesi ve icra yayının geri tepmesiyle otomatik veya yarı otomatik olarak çalışan piyadenin temel muharebe silahıdır. işte yazdım. bu tanımı çok hızlı bir şekilde söyleyebiliyorum. askerde böyle bazı şeyler de ezberleniyor. yivli bir silah G3 200mt den bir insanın bacağını kopartırmış. 3 kişi arka arkaya yapışmış olsa öndekine gelse arkadaki iki kişi de ölürmüş. tam bir savaş silahıymış. şimdi üretilenler daha küçük çaplı yani etkisi azama G3 daha güzelmiş. aslında silahı bende oluşturduğu hisleri anlatmak isterdim ama tam olarak nasıl anlatıcam bilemiyorum. o silah kesinlikle hormonları tetikliyor. zira eline alınca bile kendini tuhaf hissediyorum. sanki daha muktedir sanki daha güçlü ve dayanıklı. belki daha önce de köyde kuş falan avlamıştım. oradan bir heves oluşmuştu, onun için. bu his tehlikeli bir histi. zira insan bazen öyle zor durumlara o an böyle bir iktidar elinde olsa onu kendini muktedir kılmak için kullanabilir. yani bu bağlamda bireysel silahlanmanın da tehlikesi ortaya çıkıyor. daha bugün gazetede de okudum eski bir özel hareketçi kendini bırakan eşinin bulunduğu eve el bombası atıp keleş ile taramış. üniversite sınavına hazırlanan oğlu ölmüş. peki bu kişinin elinde böyle bir teçhizat olmasa ne olacaktı en fazla kapıyı pencereyi kıracaktı ama cana kıyamıyacaktı. aslında bireysel silahlanma durdurulmalı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder