Etiketler

Etiketler

27 Şubat 2019 Çarşamba

26.04.2008

dün gece yazarken noktayı koydum ışıklar söndürüldü. şimdi saat 11..50 tekrar defteri elime aldım yazıcaz birşeyler. kaldığımız yerden devam edelim.
    2. kendi halindeler: bu arkadaşlar pek kimseyle diyaloğa girmeyip belli rütin işlerine odaklanıp onlarla iştigal ediyorlar. böylelerindeki ilginçlik ise bazen çok başka insanlarla beraber olabiliyorlar.
    3.fikir birlikteliği olanlar: sivil hayatlarında herhangi bir siyasi veya ideolalojik tutkusu olanlar burada zamanla birbirlerini keşfedip beraber takılıyorlar.
    4.tabi olanlar: bu tür arkadaşlar genelde kendilerini lider olarak ifade etmeye çalışanlara tabi oluyorlar. çünkü bunlar kendi kendilerine düşünmektense daha iyi düşünen birine uymayı yeğlerler.
    5.çıkıntılar: bunlar genelde otoriteye aykırı olmayı sevmeleri yönüyle liderlere benziyorlar lakin kendilerine grup oluşturma gibi bir kaygıları yoktur.
    6.hepsiciler: bu arkadaşlar çeşitli oluşumlara yani gruplaşmalara itiraz eden ve herkesle iletişim kurmaya çalışırlar.
    7.çıkarcılar: bunlarda ne bir lidere tabi olma ne de liderlik iddiasında bulunurlar. sadece her kişi ile iletişim kurar ve genelde sigara veya küçük ikramlarda ikram edilen olmayı tercih ederler.
    8.sosyaller: bu arkadaşlar da her yerden ve her gruptan asker veya kişi ile iletişim kurar. her türlü ince noktaları yakalarlar. genelde telefon, gazete, yiyecek gibi temini zor şeyleri onlar bulabilirler.
    9.hemşehriciler: özellikle bazı iç anadolu veya doğu vilayetlerinden gelen arkadaşlar bu mevzuyu ilk başta epey irdeliyorlar. fakat bu hemşehricilik diğer maddelerdeki insan modellerine mağlup oluyor.
   10. cömertler: bu arkadaşlar geri dönüşüm aramadan önüne gelene birşeyler ısmarlamayı severler.

    ben bu modellerin neresindeyim diye düşününce galiba 6,8,10,5 gibi maddeler bana uygun düşüyor. şimdi yemek içtimasına gidiyorum. gelince yarım kalan bot mevzuuna devam edicem...
 
epey kopmuşuz mevzudan kaldığımız yerden devam etmeye çalışalım. neyse komutanın biri geldi( tek kazıklı uzman çavuş) en son iki bağın çapraz bağlanacağını söyledi ve sizde böyle bağlayın dedi. ben sadece botumun tekini dediği gibi bağladım. sonra başka komutan geldi ve yine bot mevzuu gündeme geldi. komutan çapraz bağlama olmaz helezonik bağlama olması lazım dedi. sonra nasıl bakayım deyince(zaten saf düzeni sıralamasında en önde oluyorum) en önde olduğum için işte böyle komutanım dedim ve yanına fırladım. sonra da komutanım ne olur olmaz diye tekini öyle bağlamıştım dedim. tabi muhabbeti şimdi burada yazınca bana biraz soğuk geldi ama bunu orada yapınca epey eğlendirici olmuştu.
    şimdi yukarıdaki satırları yazdıktan sonra tekrar eski aldığım bot notlarını kontrol ettim ve neden bu anlatının içime sinmeyip bende soğuk bir his uyandırdığını anladım. çünkü anlatmak istediğim hadise bu değildi. asıl olay şu; komutan botu etrafından dolanan bağı arkadaşa çözdürdü. sonra normal bağlatıp botun içine sokturdu. sonra aynı komutan başka bir takıma aynı durumu anlatmak için uzaklaştı, arkadan gelen diğer komutan kendi botunu gösterdi ve ipler aynı arkadaşın yaptığı gibi botun etrafından dolanmıştı. bir anda şaşırdık tabi daha yeniydik o zaman şaşkınlığımızı gören komutan şunları söyledi; komutanın dediğini dinle yaptığını yapma. bu lafı aynı komutan birkaç yine değişik durumlarda dile getirdi. yani senden olmanı istedikleri şeyi kendileri de olamıyordu. ve bizim de olacağımıza inanmıyorlardı.

duyarım yazmışsın iki satır mektup, vermişsin trene halimi unutup. saat 21.24 ve şu an koğuşta saz eşliğinde şarkılar söylüyoruz. müthiş bir keyif az önce komutan içtima aldı ve kuzu gibi duran bizler tekrar kurda dönüştü.  kış ola bağlana yolların dostum, dostum, dostum, gelsene canım. operacı olan arkadaşta o pürüzsüz sesiyle dostumu söylerken dimağımda şenlenme hissediyorum. günler hatta haftalardır müziğe aç mabeynime şok tesiri yaptı bu seranomi. bir de canlı müzik hayranı olduğum için hepten büyülenme modundayım. bir de bu büyüyü askere gelmeden bir hafta önce gittiğim memlekette amcamın dağın eteğindeki evinde amcamın elinden dinlediğim sazlı türkülerde yaşamıştım bu hissi.
    benim Antalyalı hemşerim de derin çıktı. gizli türkülere bile eşlik ediyor. yani sözleri ezberden biliyor. şimdi diğer koğuştan bir eleman geldi. hem çalıp hem söylüyormuş. şimdi zahidem söyleniyor. şu anda tüm zaman sıfırlanıyor. sanki ne öncem kaldı ne sonram, ne dünü yaşadım ne yarını yaşayacağım. anın kölesi etti bu senfoni. bu katılım bu tınılar şunları yazmak bile ızdırap veriyor. yatağıma uzanmak ve karşı yatağından gelen şu tınıları gözyaşlarıyla dinlemek istiyorum. ama bu anı yazmak da istiyorum. dayanamıyorum. yarın yazarım. şimdi dinlicem.
    saat 02.10 gecenin bir yarısı defteri alıp yazmamın sebebi nöbetçi olmam. nöbetçilik askerde önemli bir kural. herşeyin nöbeti tutuluyor. mesela komutanlarımızdan birisi hani bana bir olay anlatın ben de size mantığını anlatayım yollu yaptığı nasihatlarde de bu nöbetçilik mavzuu gündeme gelmişti. şöyle demişti; şimdi arkadaşlar(bu komutan hep söze böyle başlardı ve tahminen o gün de böyle başlamıştı) mesela hep duymuşsunuzdur. yok taşın nöbeti tutulur, ağacın nöbeti tutulur falan. böyle birşey yok. ama şu olabilir, mesela şu oturulan banklar varya, parkta filan.(bu şekilde tarif ettiğini az buçuk hatırlıyom) işte mesela o bank boyanmıştır. kimse boyalı banka oturmasın diye hemen o bankın başına nöbet yazarlar. tabi bank 1,2 güne kurur fakat kimse amir vermediği için bir iki hafta nöbet tutulur, sonra bir rütbeli ordan geçerken sorar, niye bu bankta nöbet tutuluyor diye, sonra emir verir ve nöbet biter. yani komutan bize askeriyenin mantığını anlatmak için verdiği örnek buydu. tam tersi askeriyenin nasıl daha mantıksız olduğunu gösteriyor gibiydi. çünkü insan faktörünü, bilinç faktörünü devre dışı bırakan bir örnekti sonuçta her kademede bir ast-üst vardır. o bank kuruyunca nöbet tutan asker emri kimden aldıysa ona bildirir o da üstüne derken ilk emri verene kadar olay intikal edince elbet nöbet kaldırılacaktır. zaten bu oturmuş mantığı buradaki askerliğini yapmakla yükümlü olanlarda da görüyoruz. bir seferinde yemek esnasında peçete dağıtan askerden peçete istedim ve aldım. diğer bir asker duruma veryansın etti. neymiş peçeteler sayılıymış. önce şaşırdım ve buna inanamadım. ama peçeteyi geri de vermedim. onlar aralarında anlaşsın artık dedim. fakat şimdi heryerde peçeteler kullanılıyor atılıyor. ohooo! bu peçete örneğine benzer bir olay poğaça taşıyan bir asker bizim kısa dönem devre arkadaşlarımdan birine poğaça verdi. çünkü bizim eleman satıp satıp satmadığını sormuştu ve o da gönlünden kopmuş vermişti. diğeriyle aralarında bir yumruklaşmadığı kaldı. resmen bağıra çağıra müdahele etti diğeri. sonra aralarında bağırarak arabaya binip uzaklaştılar. yani askere de sirayet etmiş bu huy. fotoğraf makinası satan askere rica ediyorsun dijital makinayı ödünç ver 30 kişiyiz sonra ikişer ytl verelim sen bize CD ler verirsin diye. benim başımı belaya mı sokacan kardeşim diyor. bu sırada elinde cep telefonu var. bende o zaman elindeki telefon başını belaya sokmuyor mu diye sorunca. bela mısın hemşerim, alıyorsan al makinayı git demişti. makina derken burada ki askeriyede çek-at fotoğraf makinaları satılıyor. 27poz 10ytl.
    neyse yazıyoz zaman da çabuk geçiyor bu sayede gayet iyi şimdiden 2.30 olmuş. dün gece çok güzel başladı fakat perdeleri kaymış birkaç teli kopuk saz akort tutmayınca hemde yakalanma korkusu sarınca fasıl erken bitti. bir de bugün belalı bir subay nöbetçiymiş. sanırım astsubay.(bence değil ama arkadaşlar o olduğunu söylüyorlar) burada yattığımız 3.gecede gelmişti, hepimizi kaldırıp kıyafetlerimize bakmıştı. (belki bu mevzuyu anlatmışımdır) eşofmanlı olanlara geceliğini giydirtmişti(biri de ben) bugün saz çalan arkadaş komutanın geldiği gece komuflajla yatmış. biraz film bir arkadaş onu anlatırsak kitaba sığmaz. bugün de saz ayarlayıp çalan o yine. gece sazı ayarladı. sabah çalarız dedi ve sazı kucağına alıp yatar gibi yapınca başka bir arkadaşta espriyi patlattı. oğlum sazla yatma yine komutan gelicek bu sefer sazla yattığını görürse oğlum illa birşeyle mi yatıcan dicek. bilmiyorum komik geldi mi? o zaman epey güldürdü. nöbetçilik önemli askerde. bir mevzu oluyor hemen nöbet tutulsun deniyor. adamların hayatı nöbet. rütbelilerde nöbete kalıyor. aslında bazı bomba olayları anlatmayı unutmuşum(yoksa anlattım mı) şimdi de vakit az, en iyisi unutmamak için not alayım sonra detaylı yazarım.
UZMAN RAMAZAN
RÜTBELİ ŞAKASI
52 oyunları
çorumlu sarhoş
illegal işler köşesi

   
 

25.04.2008

şu an mesciddeyim. bu alayın içinde isteyenlerin namaz kılabileceği yaklaşık 50 kişilik bir mescid var. bende şuan burada cuma namazı kılmak için bekliyorum. bu bekleme nedense bana biraz tatlı geldi. etraftaki askerlerde tatlı bir telaş var. kimisi oturup dinleniyor,  kimi birşeyler okuyor. böyle bir mekan insana çölde vaha gibi geliyor. bugün silahlı atış tekniklerini gördük. yatarak, oturarak, çömelerek, çökerek, oturarak bunlar hepsi birbirinden farklı teknikler. bu eğitimi burada it durmaz diye tabir edilen bir tepe var orada aldık. acayip esiyordu. tir tir titredik. ezan okunuyor namaza başlıcaz şimdi...
    çorap kokusu namazda burnumu dağladı valla. bu bot işi belki askerliğin en zor kısmı. bir o kadarda manifestosu olan bir şey. mesela bağlama şekli bile özel. eğer farklı olursa komutandan fırça yenebilir. gerçi bize 3 farklı komutan 3 farklı bağlama şekli gösterdi. artık gelen komutana göre bağlama şeklini değiştiriyoruz. ya da diğer komutan böyle dedi komutanım diyerek topu taça atıyoruz. artık ikinci seçeneği kanıksadık. her durumda böyle diyoz ve yırtıyoruz. sonra bot hergün mutlaka boyama kuralı var. sanki ertesi gün podyuma çıkıcaz gibi botlar sabah pırıl pırıl oluyor. ilk eğitimde pert oluyor. sonra bot seni ezmeden sen botu ez diye bir tabir var. buradaki ezmek tabiri bildiğin ezmek. yani botu aldığında iri birini bulup botun heryerini güzelce ezdiriyorsun. bu sayede bot yumuşuyor ve ayağı vurma ihtimali düşüyor. sonra bot üzerine oturma var buna çökme de deniyor. bunu yazıyla anlatamam.  bunla ilgili eski, yeni askerliğin ilk günlerindeki bir hatıramı anlatayım. şimdi komutan botun nasıl bağlanacağından bahsediyor. birini çıkardı kamuflajı sıyırttı, arkadaş uzun kalan ipi botun etrafından dolayarak bağlamıştı.  bunu yapmamamız gerektiğini ve fazlalık ipin botun içine sokulması gerektiğini söyledi...
    çekirdek yeme sesleri geliyor, canım çekti eğer kovmazsa gidip yicem. bu arada saat 21.40.. şuan 21.50. 10 dakika dahli olabildim. çünkü çekirdeğin sonuna yetişmişim. bu arada artık yavaş yavaş gruplaşma ve tartışmalar başladı. eee!  iki hafta geçti artık insanlar yerlerine ve görevlerine alıştı, sahiplendi. tehlike görünce saldırganlaşıyor. bugün bir kaç tane küçük tartışma geçti. içtimaya geç kalan bir arkadaş bizim takımın yemeği son yeme cezası almasına sebep oldu. bu durum bazılarında rahatsızlık oluşturdu. geç kalan arkadaşta biraz rahat tavırlar sergileyince sinirler gerildi. tabi bir de bu olayın tarafları oluşunca kutuplaşma başladı. diğer bir olayda grup oluşturma faaliyetleri. bu durumda insanlar bir kaç gruba ayrılıyor.
    1.kendi grubunu oluşturmak isteyenler: bu arkadaşlar içlerindeki liderlik sıfatlarına dayanarak belli bir süre sessizlikten sonra faaliyete başlıyor. ilk olarak bağlama çekiliyor, yani birşeyler ısmarlanıyor kesenin ağzı açılıyor. bazı sıradışılıklar yaparak dikkat çekmeye çalışıyorlar. başka liderlik sıfatı olanları ezmeye çalışıyorlar. her an ışık kapanabilir. saat 22:42 onun için şimdi kesiyoz. yarın devam ederiz.

26 Şubat 2019 Salı

24.04.2008

   şu an içtima sırasındayız. 15 dakikadır komutanı bekliyoruz, saat 16.00. az önce banyodan geldik, ilk defa sıcak suyla duş aldım. çok güzeldi. sonra dışarıda güneşlendim. güneşte çok güzeldi. bir anda memlekete yani Antalya ya döndüm. orada da evin önüne çıkıp tabureye oturunca böyle yüzüme vururdu güneş. ayakta yazmak oldukça güç. ara sıra birileride gelip ne bu gibi sorularla dikkatimi dağıtıyor. bazısı da bunu kitap yap, adını da askerin seyir defteri koy diyor. şimdi de başka takımdan biri geldi ve gizli not mu alıyorsun deşifre mi edeceksin gibi sordu. her zamanki gibi buna da kinayeli bir cevap verdim. şimdi arkalara çöktüm. bir şeyler yazmak istiyorum vakit varken ama şu an yine bir tıkanıklık yaşıyorum. boş sözleri okumak kadar yazmak da insanı sıkıyor. fakat boş söz kavramı da insanın içinin derinliklerine göre şekilleniyor.
    hala anlatmak isteyip de anlatamadığım epey şey var. mesela komutanların yetkilerini kişisel yanlarını tatmin kullanabildiğinden bahsetmiştim(bir çoğu müstesna) buna iki örnek verdim diye hatırlıyorum. aslında bir örnek daha var. şimdi anlatsam mı bilmiyorum. 25 dakika geçti geçti içtima saatinden ve komutan yok ortada. şimdi yazmaya başlarım hemen gelir ve yazı yarım kalır diye korkuyorum. neyse bir ucundan başlayalım. eğitim gördüğümüz alan yatıp, yemek yediğimiz yer ile ayrı yer değil. her eğitim için 4lü yürüyüş kolu oluştup anayolun karşısına geçiyoruz ve karşıdaki askeri birlikte eğitim görüyoruz. 50 dakika ile 30 dakika arasında eğitim 10 ile 30 dakika arasında da istirahat vakitlerimiz var. yine bir istirahat vaktinde kantine çay almak için gidiyordum. sanırım Foça dan gelmiş komando askerler vardı ve onlarda sanırım istirahat halindeydi. üç beşinin yanından geçip kantine doğru gidiyordum. birisi arkamdan bağırdı onbaşı. bu arada bizim buradaki sıfatımı onbaşı sebep olarak da geçen seneki kısa dönem askerler 1.koğuşun uzun dönem askerleri ile problemler yaşamışlar şimdi komutan geldi sonra devam edelim...

    komutan geldi ve şimdi banyo yaptınız yemeğe de bir saat var en iyisi istirahat verelim dedi. gerçekten bir anda kalbimi kazanıverdi. yoksa tekrar eğitim alanına gidecez. uygun adım marş marş toz toprak ter falan. neyse şimdi yatakhanedeyim ve eğer kağıt oyununa başlayacak me.... ulaşamazsak yazıma devem edicem.

    tekrar onbaşı diye bağırdı. arkamdan da tüm kısa dönemlerin kıdemlisi olan arkadaş geliyordu. bu arkadaş amerika da falan master yaptığı için yaşı ilerlemiş ve askere öyle gelmişti. sanırım 35 yaşındaydı. kıdemlileri de yaşlılar arasından seçiyorlardı. kıdemliye şöyle bir baktım hafifçe,, o da bana; komutanın çağırıyor git bi bak dedi. gittim bende selam verdim esas duruşda durdum, gözümle rütbesini kontrol ettim, uzman dı. askeriye de 4 sınıf rütbe var(benim bildiğim) en yükseği subay ikincisi astsubay, üçüncüsü uzman jandarma ve sonuncu gelen uzman.subay, astsubay ve uzman jandarma belli bir süre askeri okullarda okuyup muvazzaf asker oluyorlar. bu arada subay, astsubay ve diye yazarken ast harflerinden sonra mavi pilot kalemimin mürekkebi bitti. o kalemimi çok severdim. gayet ince ve akıcı yazardı. kıskanırdım hatta. bazıları kalem istedi mi onun yerine siyah kalemimi verirdim. şimdi bitti ve uç alamıyorum. kendimizi her şeye ulaşabilecek zannederken şimdi bir anda böylesi bir mahrumiyet yaşamak insana kendinin aslında çok güçsüz bir yaratık olduğu aklıma getiriyor. özellikle hatırlatıyor demedim.
    şimdi askeriyenin sattığı siyah çakma pilot kalemle yazmaya devam ediyorum. uzman ise askeriyenin belli bir işgücünü karşılamak üzere aldığı sözleşmeli elemanlar yani bir nevi sözleşmeli işi ... kapanıyo, yazmaya devam edemicem sanırım.
   
    eee! yatakta uzanarak yazarsan olacağı bu işte. saat 19:43 oldu. yazmayı bırakıp yatağa uzanınca tabi ister istemez hemen uyuyamadım. zaten uyuma güçlüğü çeken birisiyimdir. karşı yatakta birşeylerle uğraşan arkadaşlarla biraz çene çaldık. sonra uyku bastırdı uyumuşum. 17.20de içtima vardı ve 17.15 de uyandı(rıldı)m. zaten kamuflajla yattığım için 5dk da giyinip hemen yatakhanenin önüne gittim. yine bekledik hemde saat 18.00 e kadar. sonra sırayla çıkıp yemeği yedik. yemek için rastgele sıra yapılıyor elbet belli bir aralıkla belli takımların belli mangaları öncelikli giriliyor. toplam 15 dakika da iş halloluyor. yemek yetmeme gibi bir durumda yok, zaten artıyor bile. fakat yine de buna rağmen arkadaşlarda hep bir kaynak yapma arzusu oluyor. 11 kişilik mangadan bakıyorum 2,3 kişi kalmış. bunu laf olsun diye anlatmıyorum söylemek istediğim şu arkadaşlardan birisi bir anda benim önüme geçti ve sıramı aldı. genelde bu durumlarda kimse birbirini üzmüyor. hatta bizzat kendim şimdiye kadar 2 kere son ... olarak yemeğimi yedim. sonuçta değişen birşey olmuyor. ama sıra kapma işinin karşı olduğum tarafları da var o da; izinsiz enayi durumuna düşürürcesine olan. neyse, geçen dedim ya bir arkadaş hemen önüme geçti. sonra bana baktı güldü. bende güldüm. ya birşey farketmez yollu bir laf söyledi. bende farketmezse niye buraya geldin dedim. istersen giderim dedi. yok yok önemli değil diyerek omzuna hafif yumruk attım. aynısını bugünde yaptı. hafif kinayeli bir laf ettim istersen gel önüme geç dedi. tamam dedim ve hemen geçtim. artık tavizim olmadığını anlamıştı. çünkü birincisi hoşgörüydü ama ikincisii enayilik olurdu ve ben ancak birinciyi kaldırabilecek kabiliyetteydim. gerçi durumdan duruma değişirdi.
    bugün yemekhane nöbetçi bizdik. yani yemekten sonra masalardaki kaşık, çatal, bardak gibi ne varsa toplayıp masaları silip sandalyeleri ters çevirip iki bidon çöpü de dökmekle görevliydik. çöpü dökerken acı gerçekle yüzleeştik büyük bir depo gibi yere tüm yemek artıklarını döktük ve depo yarısına kadar yemek artıklarıyla doluydu. israf had safhada, yığınla yemek artıyor ve dökülüyor. dile kolay 3000 asker, bunu ayarlamak güç olsa gerek. yemekhanede işimiz bitmişti. artık geceliğimi giymiş yatağımda uzanıyordum. gerçi birazdan eşofmanlarımı giyip içtimaya inicez. saat 20.40 daydı sanırım.
     bahsetmek istediğim dikkatimi çeken diğer birşeyde şu; hani demiştim eğitim için anayolun karşıına geçiyoz. geçerken tabi trafiği askerler ellerinde dur geç tabelalarıyla kesiyorlar. özellikle eğitimden gelirken komutanlar özellikle yoldan geçiş esnasında bize bazı marşta söylenen komutları söyletiyorlar. tabi ben komutları sözünü de biraz açmalı. şimdi uygun adım marş denince sol ayakla başlayıp dizleri biraz yukarı çekerek marş marş yürüyoruz. sol ayak daha sert yere vuruyor ve herkes buna ayak uydurmaya çalışıyor. arada da komutanlar komutlar veriyor mesela 1,2 dediği zaman biz her sol ayakla beraber 3,4 diyoruz. 3,4 dediği zaman 1,2 diyoruz. say dediği zaman her sol ayak ile beraber 1,2,3,4 diyoruz. bazen de Atatürk ün özdeyişlerinden söylüyoruz. her sol ayakla bir kelime.
sol-ne
sağ-boş
sol-mutlu
sağ-boş
sol-türküm
sağ-boş
sol-diyene

aynısını bir kez daha tekrarlayıp bu sefer her ayakla bir kelime söylüyoruz.
sol-ne
sağ-mutlu
sol-türküm
sağ-diyene

işte bu marş seranomisini bazı komutanlar anayoldan geçerken özellikle yaptırıyorlar yoldaki duran araçlarda bu seranomiyi izliyor tabi. fakat bu durumla ilgili düşüncem genel bir uygulama olduğu yönünde değil. çünkü sadece belli komutanlar bunu yapıyor. eğer genel bir durum olsa zaten çok göze batıyor. mesela askerde herşey mantıklı mevzuna, her komutan bunu bastıra bastıra söylüyor ki davranışlarıyla askerin mantığı olmazı teyit etseler bile.
    bak yine mevzudan uzaklaşmışım. en son uzman meselesini anlatıyordum. neyse gurur murur anlamıyacaktım artık, zaten astek olduğunu söyleyen biriyle kapıştığım için tekrar macera istemiyordum. gittim yanına selam verdim esas duruşta durdum. kısa künyemi okudum. Ümit ....... Fethiye. Fethiye il mi asker dedi. yanındaki de Muğla ya bağlı değil mi dedi. fethiyeliler pek muğlayı kabul etmez diyebildim. yani saçmaladım. 10 dakika beni hesaba çekti meslekten memleketten girdi nasihat etmeye başladı. özür diledim, herşeye tamam dedim yani çalıyı dolaşmaya başladım ite bulaşmaktansa.
    o sırada ilerde bizim takımların kıdemlisi bekliyordu. beni gördü ve ne konuştuğumuzu sordu. bende sadece sabretcez abi diyebildim. o da o askeriyenin en alt kıdemlisi bir artislik yaptıysa komutanlara şikayet et dedi. dudak büktüm yanından ayrıldım. hiç şikayet etme gibi bir niyetim yoktu. zira kimi kime şikayet etcez. sonuçta bu sistem kendi muvazzaf askerini korur. hem korumasa ne olacak onu cezalandırsa ne olacak mutlu mu olucam. sonuçta ondaki insanlık saygı ve sevgi gibi hisleri pekiştiremedikten açığa çıkaramadıktan sonra şikayet ve ceza ne işe yarar.

    şuan aklıma başka birşey gelmiyor. saat 21.10 ve yatmak istiyorum ama önce yapmam gerekenler var mesela helaya gitmeliyim. bir de burada tuvaletlerin kapısında hela yazıyor. bak bu hoşuma gitti. şuan gidemiyorum çünkü koridor asker dolu. içtimalar yeni bittiği için koridorlar dolu. bak askerliğe gelişimin en ilginç olayını bugün yaşadım ve unutmuşum. ayın 12sinden beri hep askeriye yemeği yedik ve yemekler artık boğazdan zor geçmeye başlamıştı. zira aynı şeyler, ıspanak, pırasa, karnıbahar zaten gına vermeye başlamıştı. hasılı kelam akşam yatakhanedeyken bir avuç arkadaş ellerinde poşetle içeri girdi. poşetin birinde bolca ayran vardı. fakat diğerinde ne vardı? lahmacun. evet lahmacun. kocamandı. birkaç arkadaş hemen yumuldu, epey vardı. bende biraz ayak sürüdüm. bana da seslendiler. bir parça limon aldım ve içine sıktım. sonra sardım bir tane lahmacunu. ne kadar güzeldi. yumuşacıktı. yemeği yiyeli henüz bir saat olmamıştı ama ölmüş gibi yedik. belki 3 tane olsa 3 ünü de yerdim. sonra üzerine arkadaşın yarım bıraktığı ayranı içtim. çok güzel bir duyguydu midem ve beynim aynı şiddetle lezzet almıştı. şimdi hala anlatırken ağzım sulanıyor. çok fazla sulandırmamalı(!)
    bugün eğitimde G3 tüfeğinin sökülmesi ve takılmasını gördük. süre tuttum tam olarak 1dk27 saniyede tüm parçalarını söktüm taktım. komutan silah hakkında da biraz bilgi verdi. şimdi bu silah tanımını ezberden yazayım. 7.62mm çapında, 102 cm uzunluğunda 4kilo 250gr ağırlığında. şarjörle dolan, havayla soğuyan. barut gazının geri tepmesi ve icra yayının geri tepmesiyle otomatik veya yarı otomatik olarak çalışan piyadenin temel muharebe silahıdır. işte yazdım. bu tanımı çok hızlı bir şekilde söyleyebiliyorum. askerde böyle bazı şeyler de ezberleniyor. yivli bir silah G3 200mt den bir insanın bacağını kopartırmış. 3 kişi arka arkaya yapışmış olsa öndekine gelse arkadaki iki kişi de ölürmüş. tam bir savaş silahıymış. şimdi üretilenler daha küçük çaplı yani etkisi azama G3 daha güzelmiş. aslında silahı bende oluşturduğu hisleri anlatmak isterdim ama tam olarak nasıl anlatıcam bilemiyorum. o silah kesinlikle hormonları tetikliyor. zira eline alınca bile kendini tuhaf hissediyorum. sanki daha muktedir sanki daha güçlü ve dayanıklı. belki daha önce de köyde kuş falan avlamıştım. oradan bir heves oluşmuştu, onun için. bu his tehlikeli bir histi. zira insan bazen öyle zor durumlara o an böyle bir iktidar elinde olsa onu kendini muktedir kılmak için kullanabilir. yani bu bağlamda bireysel silahlanmanın da tehlikesi ortaya çıkıyor. daha bugün gazetede de okudum eski bir özel hareketçi kendini bırakan eşinin bulunduğu eve el bombası atıp keleş ile taramış. üniversite sınavına hazırlanan oğlu ölmüş. peki bu kişinin elinde böyle bir teçhizat olmasa ne olacaktı en fazla kapıyı pencereyi kıracaktı ama cana kıyamıyacaktı. aslında bireysel silahlanma durdurulmalı...

24 Şubat 2019 Pazar

23.04.2008

müzik çok güzel. ahmet söylüyor. ahmet bizim koğuşun bir elemanı. şu an şarkı bitti ve alkışlar koptu. ben yine yazıyorum. asker kepimin kenarlarını indirdim. güneş az ilerimde yüzüme vurmak için can çekişiyor. arada küsüp bulutun ardına gidiyor. eğer güneşin cinsiyeti olsaydı galiba dişi olurdu. nazlı ve sıcak. koruyucu ve kollayıcı bazen de azap verici. şimdi başka biri şarkı söylüyor, başka bir takımdan. dedim ya 3 takımız biz.
    şuan eğitim alanlarımızdaki yerde oturmuş şarkı dinliyorum. komutan yarı şaka yarı ciddi talimatlarıyla arkadaşlarla şarkılar daha doğrusu türkü söylüyor. ileri de diğer askerler top oynuyor. tekrar kafamı kaldırıp bakıyorum ve şarkı için ortaya çıkarılan askerler 4 e çıkmış yöre yöre türküler.
    bugün 23 nisan olması hasebiyle eğitim yok. fakat yine de sabah 7.45 de içtima alındı ve eğitim alanına getirildik. çimenin soğuğu alttan nazlı güneşin sıcağı üstten vuruyor. o kadar olay gerçekleşiyor fakat fırsat bulup yazamıyorum. artık not defterimi de yanımda taşıyorum. sağ tarafımda kamuflaj denen pantalonumun yan cebinde, şimdi bizim arkadaş dostum şarkısını söylüyor. herkes eşlik etmeye çalışıyor. dedim ya yazamıyorum hem vaktim de yok dedim ya, aslında vardı. dün yatmadan önce 1 saat gibi bir vakit vardı ve birşeyler yazmak yerine arkadaşlarla kağıt oynadık. dün sabah kardeşim ziyerete geldi ve listeyi getirmişti. artık saatim de vardı donlarımda. özellikle burada dona çok ihtiyacım olmuştu. çünkü yıkama imkanım yoktu. yıkasamda kurutamıyorsun. yatakhaneye birşey asmak yasak. sadece banyonun ırada askılık var, oraya da eşyaları astıktan sonra bir daha görüp göremiyeceğin belli olmaz.
    dün yine tuvalette yıkandım. bugünde banyo zamanı varmış yine gitmeyi düşünüyorum. ahh keşke tüm zorluk bu olsa ama değil. emir-komuta zinciri de epey zorlayıcı. özellikle rütbesini kişisel egosu için kullananlar... bu mevzu çok su götürür gibi onun için sonra değinmek istiyom.
    birkaç gün önce, yazmak istediklerimi yazmaya vakit olmadığı için deftere küçük not düşmüştüm. onu aradım buldum.
1.herşey mantıklı
2.ilk defa gezete
    yazamıyorum. yer soğuk zorlamaya başladı.

    not aldığım meselelere gelecek olursak, ilk olarak herşey mantıklı notumu ele alalım. askerlikle ilgili kanıksanmış bir söz vardır. askerde mantık olmaz. bu sözün doğruluğuna bizzat şahit oluyoruz burda, hatta bu söz komutanlar arasında da kanıksanmış olacak ki belli bir süre devamlı askerde herşeyin mantıklı bir tarafı vardır diye tahşidat yaptılar durdular. hatta bir gün akşam komutanlık saatinde komutanlarımızdan birisi sırf bu mevzuyla ilgili sorun mantığını anlatayım dersi yaptı. tabi izahları ne kadar mantığa yakındı tartışılmaz. çünkü askerliğin mantığını anlatırken bile mantıksız önermelerde bulunuyorlardı. bu benim düşüncem tabi, belki açıklamaları mantıklıdır ama ben hala baş parmağını diğer dört parmağa yapıştırmanın mantığını anlamadım. ki bu hatayı yapanlar ciddi azar yiyebiliyordu. 10 kişi için 120 kişinin gitmesini anlamışta değilim. hatta şimdi hatıra yazdığım bu yerde bu mevzudan bulunmaktayız. çünkü Çanakkale de bugün anzaklar günü ve bizden yaklaşık 10 arkadaş görevlendirildi. bu arkadaşlar sivil kıyafetleriyle oraya gidecekleri için sivil kıyafetlerin olduğu depoya gittik. gittik diyorum çünkü hepimiz buradayız. 120 kişi yaklaşık 1km yol gittik. ve yaklaşık bir buçuk saattir burdayız. eşyayı geldiğimiz 10 dakika içinde arkadaşlar aldı ama bu iş için biçilen süre 1buçuk saat olduğu için bu zamanı dolduruyoruz. işte size mantık.
    komutan toplan dedi...
    ikincisi ise ilk defa gezete bunu niye yazdım veya ne düşünerek yazdım bilmiyorum. şimdi düşünüyorum acaba ne düşünmüş olabilirim diye, aklıma gelmiyor. buraya geldikten sonra sanırım bir hafta hiç gazete ve TV görmedim. TV gördüm birkaç saniye. ama gazete görmedim. burada ilk gazeteyi kütüphanede gördüm ama o an kafamda oluşan düşünceleri hatırlamıyorum. bir de bunun nedeni belki artık koğuşta rahatça gazete okumayabildiğinizden olabilir. ama müziğe hakikaten büyük bir özlem duyuyorum. mp3 playerimdan ayrılmak bana epey koydu. düş sokağını özledim. türküleri özledim. evenincence yi mama said şarkısını özledim.
    şu an yazmak istiyorum, 1 saat vakit de var fakt birazz ses var koğuşta, arkadaşlar kağıt oynuyor. ihale. bu kağıt olayı iyi oldu. inşallah başımız belaya girmez. şimdi 17.30 da yemek öncesi içtiması var sonra 18.30 yemek sonrası içtiması ve komutanlık saati sonra 21de yatış içtiması. hepsi ön bahçede potanın altında. yürüyüş kol hizasında.
    bugün ve birkaç gündür zihnimin acımaya başladığını hissettim. hiyerarşik sistemin bir altını ezmek manasına gelebildiği üzerine düşünceler aklımı meşgul ediyor. belki bunla ilgili bir kaç hadise yaşadım ondandır. ilk olarak komutan birinden yediğim birkaç fırça geldi aklıma. bacağımın ağrıması tutmuştu. biraz da diz kapağı sorunu vardı. fakat dillendirmemiştim. önemli değildi. bazen ağrıyor ve eğilip doğrulmak zor oluyordu. esas duruşu bozmuştum, ama olsun. fırçanın mahiyeti önemliydi. sen kimsin. ben kendimi hep basit biri olarak görmüştüm çünkü öyleydim. herhangi bir yerde herhangi bir meslekle meşgul olabilirdim ve ben matematik öğretmeni olarak seçilmiştim. ama bazı insanlar benim bu sıfatımı üstünlük veya alçaklık belirtisi olarak görebiliyordu. neden dedim bunu. bana komutan yani çift kazıklı uzman çavuş. ne mesleği yaptığımı sordu. bende matematik öğretmeni demiştim. sivilde matematik öğretmenisin diye kendini birşey mi zannettin dedi. gözlerinin ta içine baktım öylece baktım. gözlerinin merceği bir sağ gözüme bir sol gözüme gidiyordu, gözleri sorgu altında yalan bir ifade veren bir kişi gibi haire kapanıp açılıyor ve kararlılığın verdiği keskinlik azalıyordu. bir an acıyı gördüm o gözlerde saygı duymak zorunda olduğun yığınla üstü varken, ona saygı duyması gereken kişiler şikayet edince belli ki içi acıyordu. sen kimsin ya. bu soruyu anlamamıştım. verecek cevabım da yoktu. sustum. birkaç soru daha geldi ama artık cevap vermiyordum. he! he! gibi ünlemlerle cevap bekliyordu. acısı artıyordu. ona acıdım ve yardım etmek istedim. acısını biraz söndürsün diye birkaç kısık sesle cevap verdim. bu sefer üstünlüğünü kabul ettirdiğini düşünerek yeni ikazlarda bulundu. bu sefer daha mağrurdu. bir diğeri daha acıydı. er in er e yaptığı hiyerarşiydi. hem de rütbesiz erin. askerliğinin sonuna gelen askerler usta diye niteleniyor ve belli bir süre özerklikle hareket ediyordu. örneğin ne kantin ne çay sırası bekliyordu.
 
    geçen akşam 21 küsur civarlarında kantinde sıra bekliyordum. sadece su alacaktım. 20 kuruş bu arada bir su. 15 dakika geçti sıra gelmek bilmiyordu. önümde 3 tane er kalmıştı. sonra iki eşofmanlı asker geldiler ve ikinci sıraya yerleştiler. bana yakın olan eşofmanlı askeri sırtından dürterek bana dikkat kesilmesini sağladım ve burada sıranın olduğunu söyledim. bana kısık sesle ve arkasını göstererek o komutan o komutan dedi. komutansa en ön sıraya geçmesi mi gerekiyor dedim. asker oğlan tekrar o astek dedi. ya olabilir gibi hafif tırsmalı bir cümle kurdum. o sırada komutan olduğu söylenen asker bana doğru döndü ve sen ne diyon, sen kimsin diye üzerime yürüdü. arkadaşı olan eşofmanlı komutanım diyerek araya girdi. kardeşim sıra var gibi ezik cümleler kurdum. bir anda çıktı kantinden gitti. arkadaşı olan eşofmanlı kardeşim sen naptın, o astek, alay komutanından sonra o geliyor gibi nasihatlerde bulundu. bende sıra beklemenin öneminden bahsetmekle yetindim. bak şimdi aklıma geldi. bu kendinin komutan olduğunu söyleyen asker bir ara kantinin içinde bana tutanak getirin yollu haykırmalarda da bulunmuştu sonra daha yüksek sesle bağırarak içeri birisi girdi. ben hala sıradaydım. bu sırada kafamın üzerinden bir el geçti. saçlarımı sıyırmıştı. geri döndüğümde deliye dönen komutan bozuntusunu karşımda gördüm. arada bir kaç kişi komutanım sakin olun diyordu. bence olayın buraya kadar getirilmesinden duyduğum pişmanlıkla iç geçiriyordum. içimden ya gerçekten komutansa lı cümleler geçiyordu.komutan bozuntusu senin adın ne hangi alay hangi bölük yollu sorular soruyordu. gayet açık ve tereddütsüz hepsini doğru olarak ilettim. iki üç defa aynı soruyu sordu. aynen cevapladım. bu kadar net ve kararlı olmam herhalde zoruna gitti ki bak hala dayı dayı konuşuyor dedi. bende cevap veriyorum işte dedim. tekrar çekti gitti. neyse devam ederiz saat 17.15 oldu içtima saati yaklaştı. hazırlanıp gitmeli.

23 Şubat 2019 Cumartesi

21.04.2008

    listenin devamı
3-dijital saat(ucuzundan)
4-pijama
5-52 kağıdı
    listeyi yarıda kesmemin nedeni koğuşta lambaların sönmesiydi. tabi ben ışık kaybolur kaybolmaz hemen yatmadım fakat yazmayı bıraktım. koridora çıktım mavi pijamalarımla iki arkadaş muhabbet ediyordu. badim ve başkası. burada herkesin bir badisi var. yani arkadaş, yani bir yere giderken teçhizatını emanet edebileceğin bir kişi. onları görünce tekrar koğuşa döndüm. ranzamın altına koyduğum çantamın gözünden küçük bir leblebi paketi çıkardım. çok cıyırtı çıkarıyordu, dikkatle aldım koğuştan çıktım ve arkadaşlarla yedik. saat bilmiyorum kaçtı? çünkü listede saat de vardı. gittim yattım. sabah 5.15 de kalktım. neyse bugünü anlatmak istemiyorum.
    telefon ettim dedim ya sonra saati sordum birine 18.10 olmuş yani banyo zamanı. ben geç kalmışım. Allahtan banyo serbest yani içtimasız. banyo zaten serbest değil mi demeyin. normalde herkes banyonun önünde sıralanır. yapacak da yapmıyacak da orada olur. bu sefer serbestti. gittim baktım bizimkinler de yeni gitmiş, kapıda banyo görevlisiyle konuşan komutanı dinliyorlar. komutanın yüzü asık zaten dün ve bugün çok gergindi bu komutan. dönüyoruz arkadaşlar dedi komutan, döndük. banyo yapmak yoktu. birilerine sordum ne oldu diye banyo ile ilgilenen şahıs sadece 60 kişilik sıcak su olduğunu ve sırada 300kişi olduğu için bize sıcak su kalmazmış. sanki hep sıcak suyla duş aldık. buraya geleli 9 gün oldu ve iki kere banyoda 3 kere de tuvalette olmak üzere 5 kere yıkandım, yıkanmak denirse. hiçbirinde sıcak su yoktu. tuvalette zaten mümkün değil ama banyoda da başaramamıştım sıcak suyla yıkanmayı. ilk tuvalette yıkandığımda çok koymuştu bana, çünkü hiç böyle bir durumla karşılaşmamıştım. fakat yıkanmak zorundaydım. çünkü terleyince eklem yerlerimdeki derilerde oluşan yaralardan yıllarcaçekmiştim ve bir daha çekmek istemiyordum. bak yine annem geldi aklıma çünkü annemin bundan da haberi yoktu. yine zor durumda kalmaktansa bir metre kare ve kapısı zor kapanan(çoğu kere su dolu ırbıkla kapatırdım) tuvalette maşraba ile duş aldım. ama ikinci ve üçüncü seferde o kadar koymadı hatta banyodan daha rahat diyebilirim. çünkü banyoda kabini kapatmak için asılan perde ancak kabinin yarısını kapatabiliyor ve yeşil yosunlar siyaha dönmüş, süper bakteriyel durumunda. koğuş arkadaşlarım bu duruma direniyorlar. 3 günde bir gelen banyo süresi onları zorlasa da alışmaya çalışıyorlar. ne de olsan insanın kimyasını bozmiyacak bir şeye insan alışabiliyor. hatta bazen kimyasını bozacaklara bile alışıyor. son yazdığım yaklaşık 30 kelime beni çok sıktı eminim sizi de sıkmıştır.

20.04.2008

    ve kalkmak.
    biraz eski günlerden bahsetmeli. aslında kalem ve kağıt elimde olmadığı zaman hafta içiyle ilgili birçok şey aklıma gelmesine  rağmen aynı durum kalem ve kağıt elimde olduğun zaman olmuyor.
    şu an yatakhanede uzanıyorum. pazar olması nedeniyle epey boş vaktimiz var. aslında yatakhaneye çıkmak yasak fakat biz çıkıyoruz işte. yani nasıl çıkmayalım. sabah erkenden spora götürdüler sonra saat 10 da bırakıyorlar. Eee! elimizi yüzümüzü bile yıkamak için yatakhaneye çıkamıyoruz. saçmalık. dışarda da WC veya lavabo yok. içeri de girmek yasak. bilmiyorum. kısa dönem olmaya ve bizim gibi olere edilmeyen bu askerler napıyorlar.
    salı günü ilk eğitimimize çıkmıştık artık. düzenli yürüyüşler. rahat duruş ve esas duruşu ne bozar? cevap yok. cevap: bir emir, iki ölüm.
-komutanım ayağım ağrıdı
-ne demek ayağın ağrıdı. ağrımıyacak ayağın. hem sen böyle kıçını-başını oynatırsan olmaz.
-komutanım ben kıçımı başımı oynatmadım. ayağım ağrıdı ve ayağımı tuttum.
-ağrımıyacak diyorum ayağın. ölüm ve emir gelmeden bozamazsın  esas duruşunu.
    daha eğitimimizin ikinci gününde put gibi durmamızı istiyordu çift kazıklı uzman çavuşumuz. bu arada pazartesi ve salı akşam eğitim yaptığımız askeri birlikte bir jandarma çavuşun çocuğuna ders anlattım. branşım matematik olduğu için biraz cazibedardık. tabi eğitimlerde değil. sadece akşam vakitlerindeydi.
    çok akıllı bir çocuktu çavuşun çocuğu. ilginç düşüncelere sahipti. ilginç derken bir bilim adamı ışığı vardı. fakat şimdiye kadar gördüğüm her aker çocuğu gibi biraz baskı altında hissediyordu kendini ve yine her asker çocuğu gibi baba mesleğini yapmak istemiyordu. oysa ben bba mesleğini çok severdim. ağaçlarla uğraşması güzeldi ve insanlarla uğraşmasından kolaydı. yazları hep çalışırdım marangozların olduğu sanayide fakat babamın yanında değil başkasının yanında. çünkü babam iyi bir babaydı fakat iyi bir patron değildi. özellikle bana karşı. en önemlisi de para vermezdi. hiçbir hatayı da cezasız bırakmazdı. genelde enseye şaplak indirirdi. şimdi bu mevzuya dalınca o çavuşun çocuğuna yine içim acımayla doldu. çünkü o çocuk babasının yanında çalışmanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyordu. belki çoğu çocuk bilmiyordur. acaba bu bir eksiklik mi? eksiklikse acaba benim neyim fazla?
    şimdi bile baba mesleğimi yapmak istiyorum. öğretmenlik yapmak istemiyorum. öğrencilerimi çok seviyorum fakat eğitim sistemini sevmiyorum, dersaneleri sevmiyorum ve sevmediğim bu dersanede 6 yıldır çalışıyorum. belki askerden dönünce baba mesleğini yaparım, bilmiyorum. zaten son çalıştığım dersaneden bir nevi kovuldum sayılır, bir daha dönme şansım yok. bana müdür senle çalışmak istemiyorum dedi. genel müdürlüğün de aynı kanaatte olduğunu ve dönünce hiçbir şubemizde çalışamıyabileceğimi söylediler. çok mu umrumdaydı bilmiyorum. her ne kadar umarsız gibi görünsem de umursuyordum. çünkü işsiz kalmak istemiyordum. henüz başka bir geçim kaynağım yoktu ve yine annem beni çalıştığım yerde çok mutlu sanıyordu. annemi özlüyordum. annemi özlemeye başlıyordum. ama bu öyle bir özlem değildi. sanki kaygıyla karışan bir özlemdi. çünkü annem benden ayrılınca hasta oluyordu ve o da benim gibi olumsuzlukları bana anlatmıyordu. hatta en son Antalya da ki işimden ayrıldıktan sonra İzmir e gidince ertesi gün hasta olmuş tek kulağı işitme yetisini kaybetmişti. tüm tedavilere rağmen hala da iyileşmemişti. şimdi artık İzmir deki işimde yoktu. askerlikten dönünce artık Antalya da kalmak istiyorum gözümü kararttım ne iş olursa yaparım abi zihniyetine büründüm. İzmir deki dersaneden ayrılacağım günün öncesinde müdürle konuşmamız gerçekten ilginçti. ders anlatımımla ilgili hiçbir şikayet olmadığını, kısa sürede (8ay) öğrenciler tarafından çok sevildiğimi söyledikten sonra ama diye başlayarak eğitimle ilgisi olmayan kişisel disiplinsizliklerimi anlattı bana. söyledikleri doğruydu. ben müdüre itaat etmiyordum veya itaat edip öğrencilere sırt çeviren kişilerden olmak istemiyordum. hepsini yaptım müdür bey. pişman değilim. bir daha olsa gene yaparım. vicdanım rahat dedim cevap olarak. benim vicdanım çok rahat değil diyebildi. nasıl rahat olacakki kişisel karizmasını ve kurumsal karizmasını eğitim ve irfandan önde tutuyordu ve vicdanı sahibi olduğu için bana karşı vicdanı sızlıyordu. bu yönüyle askerliğe benzetiyordum. yani şekle bakan özü hiç sayan bu yapısıyla dersaneler askeriyeye benziyordu. nasıl birisi olursan ol ama belli şeyleri iyi yap yeterdi askerde bunlardan birine örnek vermek gerekirse; astsubay rütbesindeki birisi bize bir komutanla karşılaşınca nasıl selam verilir anlatıyordu. karşılaşınca selamı böyle verirsin. bir adım geçince elini indir, salla gitsin derdi. hatta iki komutan kendi arasında talim yaparken birisi diğerine arkasından hareket bile yapmıştı. ilginç. bir de şunu söylüyorlardı; dediğimizi dinle, yaptığımızı yapma. bir de komutanlar kendi aralarında mutabık değildi. biri şapka çıkarmayı sağ elle gösteriyordu diğeri sol el ile. üç farklı bot bağlama şekli gördük. her seferinde gelene diğer komutan böyle gösterdi deyince de boşver onu diyorlardı.
(herşey mantıklı)
(ilk defa gazete)
    fener maçı 4-1 bitmiş ya! daha yeni geldim ve yatağıma çıktım, içeri bir arkadaş geldi ve bu sözleri söyledi. kim yenmiş diye gayri ihtiyari sordum. cevap gelmedi. bazen öğrenmek istediğimiz şeyi farklı sorularla öğrenmeye çalışırız. bende öyle yaptım. golleri kim atmış diye sordum. amacım golleri atanları öğrenmek değildi, kimin yendiğini merak ediyordum. aslında söyleyen arkadaşın rahatlığından Fenerin yendiği belli oluyordu fakat yine de emin olmalıydım. valla bilmiyorum diye bir cevap geldi. yine öğrenememiştim. fakat hemen ..... mekanizmam harekete geçti ve kendi kendime yenmiştir, yenmiş dedim.
    yemek içtimasına az kalmış gitmek lazım. geç kalmaya değil vaktinde gelmeye bile tahammül yok. mutlaka erken gitmelisin. bugünün diğer bir vukuatlı olayı ise banyo hadisesi idi. akşam yemeğinden sonra evi aradım ve bir  iki şey sipariş ettim. sipariş ettim derken kardeşim Engin salı günü gelicek olan sipariş ettim.
1-5 adet don(ucuzundan)
2-sarı havlu
3-......

22 Şubat 2019 Cuma

19.04.2008

    tabi o gün olanlar bununla da sınırlı değil. bu satırları yazarken birilerinin hey! şişt! diye bağırdığını duydum. basket sahasında minyatür kale top oynayan genç askerlerin bana ihtiyacı vardı çünkü 7 kişiydiler ve etrafta oynayacak başka birileri de yoktu. yardım ettim gençlere, en zor işi yaparak kaleci-oyuncu olarak.
    bugün askerliğe geldiğim gün, yani cumartesi, yani bir hafta oldu. peki bir hafta nasıl geçti derseniz, çabuk geçti. aslında şuan çabuk geçmiyor. çünkü öğle yemeğine kadar serbestiz ama nasıl serbest? adı serbestlik. yatakhaneye çıkış yok. yeşillik alana çıkış yok. sadece ön bahçe ve birde kantin. neyse.
    pazartesi kıyafetleri almıştık hayırlısıyla ve giymiştik. ama ondan sonra ne yaptığımızı hatırlamıyorum. artık bir şey hatırlamıyorum. unuttum. aslında her gün bir hikayeydi ama yanılmayan her şey gibi unutuldu. ama kabaca hatırlıyorum bazı şeyleri eğitim yaptığımızı yürüyüp selam verdiğimizi. esas duruş, rahatta bekle gibi komutları öğrendiğimizi. marş marş yürüdüğümüzü. sol! sol! diye bağıran komutanın her bağırışında sol ayağımızı yere sertçe vurduğumuzu. bir de yediğim azarları. nedense yediğim diye yazdıktan sonra azarları diye yazmadan bir süre duraksadım. bir anda ailem geçti gözümün önünden annem geçti daha doğrusu çünkü anneme hep hayatımın güzel yönlerini anlattım. hep güzellik duydu benden hiç ona iç ızdırablarımı ve uykusuz gecelerimi anlatmadım. bunları yazmadım da zaten yazamazdım. ya benim askerde iki kazıklı uzman çavuştan " sen ne biçim askersin" "kıçın-başın oynamasın" gibi 48 kişinin içinde azarlandığımı duysa be kadar üzülürdü annem.
    gerçi askerden sonra duysa bunlar problem de olmazdı belki ama tuhaf bir elektrikle sanki azarlandığımı buraya yazar yazmaz duyacağını hissettim. mutfakta, ayakta bulaşık yıkarken sağına yığılıp "ah yavrum" diye inleyeceği gözümün önünde canlandı. tereddüt etmiştim yazarken. ya hissederse? ama artık birilerinin yüzleşmesi gerektiği düşüncesiyle yine de yazdım. peki artık yüzleşmesi gereken kimdi? annem miydi? ben miydim? evet bendim.
    az önce kantinde 5dk sıra bekledikten sonra çay alabildim. çay 10 kuruş yani 1 ekmek parasına 4 çay alabilirsiniz. bu ucuzluk güzel aslında ama sıra çok. burada 3000 asker var ve 1 çay satılan yer var ve bir de çay satan usta asker. usta asker deyince askerin de bazı diğer askerlerden üstünlüğü var. bu askerde bulunma süresiyle ilgili. daha önce gelenler daha sonra gelenlerden üstün. ben üstünlük sade askerin kendi içerisindeki uygulama değil, sistemin verdiği bir hiyerarşik imtiyaz.
    işte ben sıradayken, birkaç usta asker geldi ve sırayı beklemeden çay istedi. herkesin duyacağı bir şekilde burada sıra yok mu kardeşim dedim. ama usta asker duymamazlıktan geldi. bu sözüme binaen bazı acemiler homurdanmaya daha cesurları da usta askerlik kavramına küfretmeye başladı. önümdeki asker 5 tane çay dedi ve demir 1tl yi gözden içeri uzatıp demir levhanın üstüne bıraktı. çaycıyı göremiyorduk, çaycı da bizi göremiyordu çünkü göz küçük ve aşağı bir seviyede dışı da yine metal ve duvar ile kapalıydı. ben de elimdeki 10kuruşu levhaya koydum. çaycı sen çek parayı gibi bir nidada bulundu.parayı yavaş bir hareketle çektim hızlı değil yavaştım. bu yavaşlık gururumun kabarıklığına mı işaretti yoksa korkusuzluğa mı onu düşünmeden ağır bir hareketle parayı elime geri aldım. o an eğilip yüzümü çaycı askere göstermek istedim. beni tanıyordu, konumumu biliyordu. ben ve benim gibiler diğer askerlerden farklıydık. çünkü kısa dönem askerdik. bu nedenle hem bize misafir muamelesi yapıyorlardı hem de biraz tırsıyorlardı.
    göstermedim, burada gururumu yendim ve yüzümü kullanmak istemedim. çaycı önümdeki askere üçüncü çayını verirken söyle diğerlerine çay kalmadı dedi. işte o an yüzümü gösterme ihtiyacı hissettim. çünkü 5 dakikadır boşuna beklemenin yanında çay içemeyecektim. gerçekten çok çay içmek istiyordum çünkü yemeği yeni yemiştim. yemeğin yanında verdikleri helvanın da üçte birini yemiştim. helva beni susatmış fakat su içmemiştim. biraz yansın istiyordum. bazen insan gerçekten ızdırab duymak istiyor. ya da ben istiyorum. bir de buna mazeret olarak haklıymış gibi sebepler uydurarak.  yani yanıyordum. çayı gerçekten istiyordum. eğildim ve yüzümü gösterdim. çaycı asker senden sonrakilere yok deyiverdi. o kadar acele söyledi ki bunu sanırım ben de çay yok sözünden sonra bu kadar acele göstermiştim yüzümü. artık benden sonrakilere çay yoktu. çaycı tekrar arka sıradakinlere de söyleyin dedi. ben de çaycıya yardımcı olmak için arkama döndüm ve arkadaşlar çay yok diye birkaç kez söyledim. benim çayı da sonunda verdi ve demir levha kapandı.

    defteri açtım ve yazmak istedim fakat yazamadım. çünkü yemin törenlerinin izlendiği tribündeyim ve çayımı insanın oturuşuna göre yapılmış olan eğimli stadyum oturaklarına koyamıyorum. yine de yazmayı bırakmamak için çayı sol elime aldım aslında bu tür durumlar için sol elime yazmayı öğretmek üzere çok talim yaptırdım. fakat beceriksiz elim yine yapamadı bu arada beceriksiz olanın kendim olduğunu hissettim. çünkü elin elden üstünlüğü yoktu. sağ elle yazmaya başladım, sol elle de çayı tutmaya. saniye geçmeden plastik bardağın içindeki sıcaklığın dışına yani elime geçtiğini hissetmeye başladım. işte bu nedenle bu bardak çayı çabuk soğutuyordu. tuhaf bir şekilde insan içinde bu geçerliydi. içindekileri dışına yansıttıkça için boşalıyordu. bir anda basitleşiyor ve bayağılaşıyordun. normal bir şekilde kainat içinde geçerliydi bu madenler ve yer altı kaynakları gün yüzüne çıktıkça azalıyordu o zaman içine devamlı yatırım yapmalıydım. henüz dördüncü kelimeyi yazarken elimin acısı dayanılmaz hale gelmişti. çayı diğer elime aldım ve zaten dışından daha soğuk olan çayı bir kaç yudumda içtim bitirdim.

    aslında gün gün yazmak isterdim bu hatıratlarımı, istemeden bu güne geldim. çünkü duyumsamalarımı hatırlayamıyorum. artık sadece bazı pırıltılar var kafamda bazı yüzler bazı şeyler bazı hareketler. bir süre tıkandım şimdi yazamadım. karşıdaki yeşillik araziden sallana sallana eşofmanlar içinde geçen 3 askere gözüm takılmış. farkında değilim. merdivenden indi askerler ve kale direğinin hemen karşısından geçerken bir andan birkaç gündür kafama takılan bir soru(n) kafamda çözülüverdi. niye yalnızdım. 3000 kişinin yaşadığı yerde o kadar kendimi yalnız hissediyordum. bir dakika bir arkadaşımı gördüm demin ki askerlerin geldiği yeşilliklere doğru gidiyor. bende gidicem...

    şimdi o yeşillikte bir ağacın altındayım. peki niye altındayım. peki niye arkadaşlarla konuşmaktansa yazıyorum. çünkü yine aynı kadere maruzum. arkadaş epey kalabalık bir gruba katılmış ve mevcut bir muhabbeti sürdürüyordu. araya girmek istemiyorum veya saf saf her konuşana kafayı çevirip herşeyi tasdik etmek de istemiyorum.hele bir de ortama uygun nidalarda bulunmak mı? nefret etmek istiyorum.

    şimdi bunları yazdığım esnada tanıdığım arkadaş da gazinoya TV izlemeye gitti. ben burada yabancı yani tanımadığım diğer kısa dönemlerle kalakaldım. bir süre takıldım. bak yine bugünü anlatıyorum. olsun. boşver. bir arkadaşın attığı lafa binaen bir süre muhabbet ettim. fakat bu muhabbet içime sinmedi. çünkü buraya bunun için gelmemiştim. bir anda yalnızlığımla yüzleşmek istedim ve tekrar arkadaşın peşinden gittiği yeni yere gittim. askeri gazino. yemekhanenin altında bodrumda bir yer. yaklaşık 500 kişilik bir salon, bir büyük TV, bir masa tenisi masası, bolca sandalye ve yeter miktar masa. tabi yine bir usta askerin elinde kumanda TV de bir klip kanalı izleyemedim. pinpon oynayanları izledim. tabi bu sefer arkadaş yanımdaydı. artık yalnızlığımı yenmiştim. ben kazanmıştım. pinpon oyunu da bitti. hala yenemediğim bazı şeyler vardı. arkadaşla dışarı çıktık. bundan sonrasında pek bir şey olmadı. ama öncesinde olanlar çok.

    geçen gün rütbeli bir asker geldi. sanırım yüzbaşıydı. askerlikle ilgili, Türkiye'yle ilgili, memleketin iç ve dış düşmanlarıyla ilgili bazı izahatlarda bulundu. bazı sözleri tabi ilginçti. mesela bizim yani TSK nın siyasetle hiçbir ilişiği olamaz çünkü biz siyaset üstü bir kavramız sözü. yani bu söz bana epey mantıksız geldi. çünkü bir şeyin üstü olmak o şeyin senin astın olması ve onun senin komutunda olması demek değil mi? yani eğer TSK siyasetin üstünde bir kurumsa pekala siyasete karışabilmeliydi. ki öyle de yapmıyor muydu zaten? bir de hiçbir özel veya ekstra eğitim almamamıza rağmen komutanının burada yaşadıklarınız istihbari bilgiler içerir ve ülkemizin düşmanlarının ilgisini çekebilir. bu nedenle buradaki olay ve yaşantınızı kimseye anlatmayınız.  buna pek bir mana veremedim. ama yine de her söylenenden mana çıkarmaya çalışan beynim bundan da sanırım, askeriye hakkında olumsuz düşünceler sivil hayata sızmamalı gibi bir mana çıkardı. belki şu da söylenebilir... komutan yani o anki komutanların bile komutanı olan sanırım yüzbaşı, askeri olarak Çanakkale ve şehitler ruhunun tekrar canlanması için Turgut Özakman'ın Diriliş kitabını tavsiye ettiklerini ve anlaştıkları bir kitabevinden 14ytl ye herkesin almasını istedi. tabi gidip biz almayacaktık sadece parayı verecektik ve onlar bize getireceklerdi. önce almak istiyorum diye el kaldırdım. ama az sonra vazgeçtim ve bir daha el kaldırmadım. yaklaşık nüfusumuzun yarısı aldı. ama sanırım okumak için değil. çünkü okumaya özellikle hafta içi pek vakit yoktu. sabah 5.00 da başlayan gün akşam 9.30 da bitiyordu. eğer hastalık derecesinde kitap okuyan biri değilseniz kitap okumanız pek mümkün olmuyordu.
   
    buradaki komutanlarda ilgimi çeken diğer bir şey de kesinlikle hiçbirinin gür sesi yok bize hitap ederken doğru dürüst seslerini duyamıyorum. zaten sıranın sonunda olduğum için hiç ses gelmiyor. sıra demişken biz kısa dönemler olarak yaklaşık yüz yirmi küsur kişiyiz. 3 bölük halinde sıra yapıyoruz her bölük 4erli diziliyor. her 4erli sıraya manga deniyor. yani her bölük 4 mangadan oluşuyor. her mangada da yaklaşık 10 veya 11 kişi var. ben 2.bölük 4. mangadayım. komutanların sesinin az çıkması veya onları duyamıyacak kad...
    bundan sonra yazmayı bırakmışım şimdi elime defteri alıp yazmaya başlıyayım dediğimde başladığım cümlenin amacını unuttuğumu fark ettim. ah! niye cümleyi yarım bıraktım ki. acaba önemli bir şey miydi. önemli olmadığı kesin. hem önemli olsa ne olacak. artık mazi de kaldı. aslında her anı ve her an mazide kalıyor. hayatım oyunca hep bu nedenle kaybettiğimi düşünüyorum. yarım bırakmak. bir cümle yarım bırakılır mı ya! gerçekten hayret.
    yavaş yavaş da sinir olmaya başlıyorum kendime. neyse yatmak istiyorum şimdi. yatmak, uyumak ve unutmak. bu kutsal üçlemeye tabi oluyorum şimdi.

18.04.2008

Bir de eski çekingenliğimin gittiğini hissettim. fakat bu süreçle ilgili bir durum değildi. buraya geldiğim gün bunu hissetmiştim zaten. çekingenliğimiz gittiğini hissettim derken yine bu soyunma hikayesinden bahsediyorum. 48 kişilik yatakhanede çok rahat giyinip soyunabiliyorum. işte çekingenliğim gitti derken bunu kastedmiştim. bunu aidiyet duygusuyla da ifade edebiliriz.

15 Şubat 2019 Cuma

16.04.2008

   iki gün çok hızlı geçti, kısaca özetliyeyim.
   pazartesi günü çok erken kalktım 5 gibi. hiç koymadı bu bana, çünkü epey dinç kalktım. yine kahvaltı yine içtima sırası derken 7 falan oldu. sonra 7:30 gibi bize dağılma komutu verdiler ama yakınlarda olmak şartıyla. 10 gibi yine toplandık ve sıra halinde yolun karşısına geçip alaya gittik. orada bize kıyafetlerimizi dağıttılar. askeri palto, kamuflaj, askeri altlık ve üstlük, 2 yazlık çorap, 2 kışlık çorap, bot, 2 slip don, gecelik takım, eşofman takım, şort, 2 yeşil atlet, bir içlik yün don, bir içlik yün üstlük, valiz, spor ayakkabı, askeri kep. sonra bazı eşyaları bize parayla aldırdılar. parayla dediysek burada paralarda çok komik ölçüde. hemen hemen her şey daha ucuz mesela çay 10 kuruş, sütlü çikolata 35 kuruş(tabi makinede para üstü varsa) poğaça 20 kuruş... ne aldık? palaska, düdük, düdük ipi, dikiş seti, ayakkabı boyası, temiz ve kirli eşya torbası, nefter(kırmızı sağ tarafı gösterecek) hatırladıklarım.
    tabi satın alınan eşyalar eşya dağıtımından sonra olmadı eşyalar dağıtıldıktan sonra bizi iki askrei binanın arasına aldılar, bizi dediysem 123 kişi. sonra komutan(4 uzman çavuş bir astsubay) "ya biz şimdi bunları giydirelim" dedi. yani burda işler biraz böyle "şimdi napalım" "hadi şunları yaptıralım" gibi durumlar oluyor. yani komutanlar da emin değil, neyse.
    biz tam 123 kişiyi o iki binanın arasında soydurup, verilen eşyaları giydirdiler. evet 123 kişi 123 mt2 yerde komutanların önünde, askeri binaların yanında, 25m ilerisinde meskun mahalle olan yerde önce soyunduk sonra giyindik. burada ki usta askerlerden birisi "o kıyafeti giyince mal gibi hissettim" demişti, bende orada ilk defa kendimi mal olmaya başladığımı hissettim. hatta mal gibi hissetmenin ne demek olduğunu ilk defa orada anladım. bu hissi biraz anlatmaya çalışayım. mal gibi kontrol edilip de hiç zoruna gitmiyorsa mal olmaya başlıyorsun. ama mal gibi hissetmekte mal olmaya direnmek demek oluyor. gerçeği göz ardı edemeyiz. offf! bunları yazarken biraz canım sıkıldı.
   neyse, işte oraada giyindik. şunu da anlatmadan geçemiyecem; giyindiğimiz yere 25m mesafede ev vardı, o gün hiçbir ses, soluk duymamıştım o evden fakat dün orada eğitim görürken bağıra çağıra, 5-7 yaşlarında bir çocuğun balkona elinde bir tabakla çıktığını gördüm. hemen aklıma dün orada giyindik(tabi öncesinde soyunduk) gerçeği düştü. ya çocuk o sırada pencerede bizi seyrediyorsa? buradaki rahatsızlığımın sebebi çocuğa çıplak(donla diyelim) görünmek değildi. çocuğun bizi çıplak görebilme ihtimaliydi.
    çocukluğumuzdan beri hep böyle askerlik hikayeleriyle ve şehit cenazelerindeki askeri seranomilerle büyüdük ve bu iki zıt durumun oluşturduğu ikilemlerle düşündük durduk. şimdi o çocuk da böyle bir olaya birinci elden şahit olmanın verdiği durumla büyüyecek ve asker olacaktı. belki onun için ülkemde askerlik en çok saygı duyulan ama en çok da korkulan bir olay haline gelmişti

13 Şubat 2019 Çarşamba

13.04.2008

dün gece herkes erken yattı. yani saat 9 falan gibi. ben de 10 a doğru uzandım. uyuyamadım. yeni devreler geldi. sonra uyumuşum. sabah 6 gibi uyandım. biraz dışarda dolaştım. traş falan oldum. sonra yataklarımı topladım. bu sırada diğer arkadaşlarda yavaş yavaş kalkmaya başladı. işte bekliyoruz.
nerde kaldık… kahvaltı yaptık sonra bahçede dizildik. komutan geldi. yani uzman çavuş. bizlerin eğitim ve giysi ihtiyaçlarının sabah karşılanacağını söyledi. sonra dağıldık. yani bugünde birşey yapmadık. öğle yemeği ilginçti ama. çorba(ne çorbası anlayamadım), pırasa sulu, köfte sulu, yani 3 sulu yemek. çorba hariç diğerlerinden aldım. tadı güzeldi yemeklerin. başka birşey yok. ha bir de kütüphaneden “korkuyu beklerken” kitabını aldım.


“yalnız yaşayan insanların kendi içlerinde başlayıp biten bir eğlenceleri vardır”     

12.04.2008

“116” da yapıcaz. yani 28 gün burada eğitim yapıcaz ve sonra yemin töreniyle dağıtımımız yapılacak. 
dağıtımda işte yine Çanakkale içi olacak.mış…
116 da önce yatakhaneye yerleştirdiler bizi. sonra etrafı tanıttılar. kantinde levamızat satan eleman da kardeşimin devre arkadaşı çıktı. yani kardeşimi tanıyor. şampuan, traş malzemeleri falan satın aldım. çünkü yanımda zarf not defteri ve kalemden başka hiçbir şey getirmemiştim. kütüphanede biraz vakit geçirdim. ilgincime giden burada herkes yani gelenlere yani bizlere hemen memleketini soruyorlar. bu hemşehriciliği hiç sevmesemde artık memleketim Antalya deyip geçiştiriyorum.
ilk etrafı gezerken yani 116 nın içini kendimi cezaevinde* gibi hissettim. çünkü etrafta kamuflajlı ve eşofmanlı aynı tip kıyafetli insanlar yani askerler vardı.
*yıllar sonra kader cezaevine sürükleyince orayı da askerliğe benzetmiştim.

12 Şubat 2019 Salı

6.şubat.19 Asansör

"Asansör" den bir görünüş;
bu da asansörün görünüşü;
asansörün paralelinde bir merdiven.
asansörün ve merdivenin paralelinde bir “falez” oluşumu


iki ayrı kabinle ortalama 10-12 kişi yukarıya çıkılıyor. tabiki sadece manzara için değil, çay-kahve içebileceğiniz açıkhava masaları mevcut. iniş-biniş ücretsiz onu belirtmeden edemicem. biz fakirlerin bir ürüne yaklaşımımızda kaçınamadığımız ve o ürünle ilgili tüm düşüncelerimizi derinden değiştirecek yegane algı; fiyat.

aynı hizada merdivenli ve hiçbir şeysiz resimleri de ekledim. gerçi hiçbir şeysiz demek biraz haksızlık. biraz kanalizasyon gider boruları ve ekmek kırıntıları bolca mevcut.
merdivenli yerde resim çekerken sarı montlu birisi iniyordu. çıplak gözle görünüyordu ama cep telefonumun sensörü onu kendine sığdıramamış olacak ki görünmüyor.
2 gündür kafamda bir soru; acaba kaç basamak var. meşguliyetim olmasa sayardım ama işte; sorumlulukların beraberinde getirdiği kişilikten kopuş.
bu gibi durumlarda hep aynı metafor kafama taılıyor. kimsesiz yalnızlık mı? kimseli yalnızlık mı? hangisi daha kötü?